Oğlan kızı sever, kız oğlanı. Ama kavuşmalarının önünde engel(ler) vardır. Bunları aşklarının yardımıyla aşarlar ve yaşam pek güzel oluverir. İşte bütün öykülerin en temel çıkış noktası. Bu konuyu ele alan yapıtları alt alta yazsak herhâlde ortaya birkaç cilt kitap çıkar. Yine de iyi anlatılırsa, içten olduğuna da inanırsak, bunca benzerini izlemiş olsak da yepyeni bir duyguyla izleyebiliriz bu öykünün çeşitlemelerini.

NETFLİX İÇİN ŞAŞIRTICI

Gönül de böyle bir film olmuş gerçekten. Piroz’la Sümbül’ün öyküsünü taze bir duyguyla izliyoruz. Daha önce böylesini görmemiş gibiyiz. Öte yandan aklımız biliyor, tahmin ediyor filmin miras aldığı esintileri ama kalp de karşı koyamıyor, ne güzel, keyifli keyifli anlattı hikâyesini diye. Gerçekten de ‘gönül’den anlatılmış, oynanmış, çekilmiş bir film bu. Hatta Netflix’in şu ana kadar Türkiye şubesi olarak gerçekleştirdiği en iyi işlerden biri bana kalırsa. Özellikle de konu aşk olunca, bu coğrafyada kafası bulanık seyircinin ilgisini çekebilmek adına türlü ucuzluklara başvurulduğunu düşünürsek Gönül’ü haydi haydi baş tacı etmemiz gerekir. Fakat küçük ekranda izlenmek bu filmin hakkı değil. Keşke sinemalarda gösterime girseydi. Sınırlı ev ortamı filmin ruhuyla bütünleşmeyi tam sağlamıyor bence. Görsel-işitsel anlamda epey özenilmiş bir çalışma var çünkü karşımızda.

Filmin müzikle kurduğu bağ malum.  Zira konargöçer bir grubun bağrında yaşanıyor öykü. Güneydoğu Anadolu’nun çingeneleri kabul edilen Dom halkından bahsediliyor fakat filmin bunu tarihsel ya da sosyal olarak vurgulamak istediğini sanmıyorum. Elbette bu halka özgü kültürel unsurların getirdiği egzotik bir yan var. Fakat yönetmenin tercihi biraz mekânsız biraz da zamansız bir anlatı kurmak yönünde olmuş. Bunu yapmak için de masalsı bir atmosfer yaratılmış.  Müzikle, şiirle yan yana yürüyen bu masalsı biçimin filmi bir üst düzeye çıkardığını düşünüyorum. Çünkü belirttiğim gibi alışıldık bir hikâye içinde, aşk’a dair başka ne söylenebilir ki? Seyircinin o kültürel atmosferi duyumsamasına izin vermek gerek. Ama bu atmosfer de pek çok başka unsurun bileşkesi gibi. Balkan filmleri hemen akla geliyor elbet. Özellikle de Tony Gatlif ve Emir Kusturica. Kuşkusuz Çingene kültürü ve müziğinin bunda ağırlığı var.  Ama bence Soner Caner, buraya özgü bir yapıyı kurmayı ve korumayı başarmış. Onu yıl içinde karşımıza çıkan Mukavemet’le ve önceki filmi Rauf’la hatırlıyoruz.  Bu filmin senaryosu da ona ait. Fazla geveze olmayan, görselliğe izin veren, karakterler konuştuğunda da klişe cümle ve yapılardan kaçınan bir senaryo bu.

BİLDİK ÖYKÜ, ÖZEL ANLATIM

Bir de tabii tür olarak bizim sinemamızda pek görmediğimiz bir çalışma. Belki buna benzer işler üreten Ezel Akay akla gelebilir. Ama o da açıkçası son filmlerinde ilk döneminden uzaklaştı. Soner Caner’in bu anlamda taze kan olduğunu düşünüyorum. Üstelik masal gibi akan görüntüler kendine has bir gerçeklik de taşıyorlar. Özellikle de ilginç karakterleriyle öykünün parladığını söylemek gerek.  

Bu arada uzun boylu bahsedeceğimiz bir öykü yok aslında. Çalgıcılık yapan iki kardeş, bir düğünde mutsuz bir gelin görüyorlar.  Piroz kıza tutuluyor. (ki âşık olmaları o kadar duru, sıcak işlenmiş ki) Gece her nasıl olduysa gelinin bakire olmadığı ortaya çıkıyor. Damat kızı babasına teslim ediyor, durumu öğrenen Piroz da kıza talip oluyor. Babası Seymen Ağa istemiyor. Töreden ötürü kızı öldürecek çünkü. Piroz da plan yapıp kızı kaçırıyor. Burada kızın kaçırılması, Romeo ve Juliet’teki ünlü sahneye benziyor. Ailesi onu öldü sanacak, bir gün sonra uyanacak. Tabii kızı hadsizce istemelerinden ötürü aileye biraz düşmanlık da beslemiş Seymen Ağa. Bir imkânsız aşkın tarafları oluşuyor böylece. Farklı olan kısımsa elbette bu coğrafyanın bir türlü kurtulamadığı şu namus meselesi.  Öyküde Sümbül biraz delimsirek bir kız olarak tanıtılıyor ama bu onun kalıpların, geleneğin dışında, ne kadar özel bir yerde durduğunu gösteren olumlu bir emare. Düğün gecesi ne olduğunun açıklanması da önemli değil. Önemli olan ‘gönüllerin birbirine düşmesi’. Bu açıdan film ‘gönül’ sözcüğünün üzerinde durmakla iyi ediyor. Anadolu ruhunu çok iyi yansıtan sözcüklerden biri bence ‘gönül’, filmde de bunun oldukça iyi işleyen bir görsel karşılığını buluyoruz.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



AŞKIN O AYRIKSI GÜZELLİĞİ

Filmde ‘aşk’ ve ‘kavuşmak’ üzerine iki değerli öykü yan yana akıyor: Piroz’la Sümbül’ün aşkları yanında baba Mirza’nın gençlik aşkı Dilo’ya duyduğu sevda. Dilo’ya ne olduğunu bilmiyoruz ama biraz da platonik biçimde daima içinde yaşadığı o aşkın coşkusuyla yaşama tutunuyor Mirza. Dilo ve kendisi için yan yana mezarlar bile hazırlatmış. Filmin merkezinde aşkın bu karşılık beklemeyen, güçlü hatta biraz da nevrotik yapısı çok nahif biçimde işl(en)iyor. Karakterlerin kente hatta bildiğimiz köy yaşamına uymayan yaşantılarını da yadırgamıyoruz bu yüzden. Başarılı bir sanat tasarımı söz konusu ve seyirciye mekânı âdeta yaşatan bir görüntü çalışması var. Açılış sahnesinden itibaren öykünün geçtiği alanda serbestçe ve keyifle dolaşan kamera öykünün ruhunu aktarıyor. Bir de güneş ışığının kapalı mekânlara vurduğu anlarda ve gece sahnelerinde gerçekten yumuşak, keyif veren bir görüntüye ulaşılmış.  Ve elbette ki oyuncuların performansları çok inandırıcı. Yapımcı olarak da katkı sunan Ercan Kolçak Köstendil ve Hazar Ergüçlü iki âşıkta çok uyumlular ama ben özellikle Mirza rolünde Bülent Emin Yarar’ın en iyi performanslarından birini verdiğini düşünüyorum. Hele de Dilo’nun gerçek olmadığını anladığı sahnede tek kelimeyle muhteşemdi.

Sonuç olarak, Gönül ana akım sinema içinde bu yılın en hoş filmlerinden biri. Dilerim bundan sonra da Netflix gibi dijital platformlar böyle incelikli, özgün ve hoş filmler üretmeye çalışırlar.