Türkiye’de kentlerin neredeyse hepsi birbirine benziyor. Hangi kente, ilçeye gitseniz TOKİ konutları kibrit kutusu gibi yükseliyor. Konya’da mısınız, Erzurum’da mısınız, Çeşme’de misiniz bilemiyorsunuz...

AKP inşaat işine bayılıyor. İnşaat demek rant demek, yandaşa iş demek… Ayrıca işi TOKİ yaptırıyor ise yapı denetiminin olmaması demek. Yandaş müteahhitler için bulunmaz nimet bu sistem. Müteahhitler istedikleri malzeme ile kendi seçtikleri yapı ekipleri ile imalatı yaparlar, idarenin adamları gereken imzayı basar. Yandaş belediyelerde de durum farklı değil. Ruhsat verirken yetkili imza sahibi gerçekten mimar mı, fırıncı mı onların umurunda değil. Kahramanmaraş depreminde kamuoyuna yansıyan fırıncının mimar olarak imza attığı belgeler, ortadan kaybolan dosyalarda ne tür yasa dışı işlemlerin olabileceği konusunda ipucu veriyor.

Oysa soysal demokrat belediyeciliğin yaygın olduğu dönemde, yani 1970’lerde belediyeler kentsel yerleşim planlaması yapardı ve bayındırlık bakanlığı bunu inceler ve onaylardı. Bakanlık kendi iş yapmaz, kendi planını kendisi onaylayıp yerleşim bölgelerini perişan etmezdi. Altyapı projesinin uygulamasına öncelik verilir ve konut inşaatının yapılması da kooperatiflere devredilirdi. Ali Dinçer döneminde planlanan Ankara Batıkent projesi bunun tipik bir örneğidir.

Benzer uygulama, kooperatifçilik uygulaması İzmir’de günümüze kadar geldi. Burhan Özfatura Evka uygulamalarında kooperatifleri öne çıkaran büyükşehir belediye başkanlarından birisidir.

Kooperatifler ortaklarının insanca yaşamak için çevre düzenlemesine öncelik veren insanların bir araya geldiği kuruluşlardır. TOKİ ise standart çok katlı projelerle insanları beton binalara hapseden bir kuruluştur. İstediği yere istediği planlamayı yapar, istediği müteahhite ihaleyi verir. TOKİ için inşaatın zamanında bitip bitmemesi, kalitenin projeye göre olup olmaması genelde önemli değildir. Müteahhit her zaman alması gerekeni alır, konutlar vatandaşa verilir, paralar toplanmaya başlanır. Bir yıl sonra tavandan sular aksa, sıvalar dökülse önemli değildir, sorun artık vatandaşındır.

Bu sistemin değiştirilmesi ancak güçlü sosyal demokrat belediyecilikle mümkündür. Bir örneği Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’in yarattığı Avrupai, modern ve huzurlu bir kent ortamıdır.

Benzer bir uygulamayı İzmir’de yapmak olasıdır. Sosyal demokrat uygulamada kırsal kooperatifçiliği, tarımsal sanayi üreticisi durumuna getirmekte büyük katkı yapan, kadın girişimcilerin örgütlenmesinin ve ürün pazarlamasının önünü açan Tunç Soyer’in, İzmir’i dünya çapında tanıtmanın altyapısını oluşturmakta olduğunu göz önüne almak gerekir.

Citta Slow (Sakin Şehir) anlayışını ülkemize getiren Soyer, Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Dünya Teşkilatı (UCLG) Yönetim Kurulu Üyeliğine seçildi. 2021’de de dünya çapında 2500’ün üzerinde üyesi olan Sürdürülebilir Kentler Ağı’nın (ICLEI) Küresel Yönetim Kurulu Üyeliğine seçildi. Son olarak Ekim 2023’te 46 ülkeden 130.000’in üzerinde yerel ve bölgesel yönetimi temsil eden Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde Bölgeler Meclisi Başkanı olarak seçildi. Dahası da var…

Özetle Tunç Soyer ile İzmir uçaktan baktığımız zaman betonlaşmış bir kent görünümünden uzaklaşabilir ve kent yaşamı Akdeniz tipi, Avrupa tipi bir kentsel yaşam ortamına dönüşebilir.  İzmirlinin yapısı ve kültürü de buna uygundur.
Gelecekte sosyal demokrasiyi ülkemizde daha da güçlü örneklerle yaşatacak isek İzmir konusunda bir kez daha düşünmeliyiz.