Hamas’ın sivillere karşı gerçekleştirdiği 7 Ekim katliamından sonra, İsrail bir çocuk hastanesini bombalayarak onlarca bebeğin ölümüne neden olduğunda yazmıştım: “Bundan sonra ne olursa olsun İsrail savaşı kazanamaz. Çünkü ahlaki üstünlüğü kaybetmiştir. Masum çocukları öldürmeyi mazur gören hiçbir ahlak kuralı kazanamaz!”
İktidarın son zamanlarda muhalefete te karşı yürüttüğü hukuk dışı sindirme ve yıldırma kampanyasından sonra aynı şeyi söylüyorum: Bu siyasi savaşı kazanamazlar, çünkü ahlaki üstünlüğü kaybettiler. Bir yandan demokrasinin sağladığı olanaklardan arsızca yararlan, bir yandan da demokrasinin en temel kurallarını çiğne… Olamaz.
Bu karşılaştırmanın biraz abartılı olduğunun farkındayım. Ama görüyorum ki, abartılı olmayan ifadeleri görmezden gelmek bu iktidarın kötü alışkanlıklarındandır. Belki böyle söyleyince siyasi ahlak diye bir şey olduğunu hatırlarlar.
Kim yükseliyor, kim çöküyor?
Evet, bu kafayla gittikleri takdirde kaybetmeye mahkumdurlar. Bunu bir tarafa duyduğum sempati açısından değil, yarım yüzyılı aşkın yorumculuk kariyerimde kullandığım tahmin yöntemlerine göre söylüyorum.
Beni hemen hiç yanıltmayan bu yöntemi başka yazılarda da açıkladım. Felsefe meraklılarına da aşina gelecektir.
Ortalık, bugün olduğu gibi tozduman olduğunda kimin kazanacağını belirlemek için önce sahnedeki güçlerden hangisinin yükselmekte, hangisinin ise gerilemekte olduğuna bakarım. Yani yönelim ya da trendleri belirlemeye çalışırım.
Sonra gözümü kulise çeviririm: Ana sahnede bu çatışma yaşanırken hangi yeni güçler sahneye çıkmak için hazırlanmaktadır? Bunlar başarılı olursa durum nasıl değişir? Bunlar kimlerin hizmetine girerler? Kimlerin tahtına altın yaldız yapıştırır, kimlerin mezarını kazarlar?
Nesnel ölçütlerle manzaraya bakalım: Son anketler, tüm karalama çabalarına rağmen, Cumhurbaşkanı adaylığında İmamoğlu’nun Erdoğan’dan ilerde olduğunu gösteriyor. Yargılamalar başlayınca, hele bir de TRT’de yayınlanırsa, bu fark daha da artacaktır. Çünkü vadedilen büyük turp çıkmamış, kamuoyundan turp salatası ile yetinmesi istenmiştir.
Çok şey görmüş halkımız salatayla yetinmek niyetinde değildir!
Siyaset sosyolojisinin temel bir kuralına göre, kitleler kazanandan yana olmaya eğilimlidir. Dahası var: Öne geçmiş olanı frenlemek için yapılanlar bir noktadan sonra onun yararına çalışmaya başlayabilir.
Buna çelmelerin “azalan fayda kanunu” gözüyle bakabiliriz. CHP’ye reva görülen belediye baskınları ve diğer baskılar o partinin ne kadar hırsız olduğunu değil, ne kadar mağdur olduğunu göstermeye başlamıştır.
Algı tepmesi
Buna “algı tepmesi” diyebiliriz. Ters bir algıyla, rakibin sadece “mağdur”” değil aynı zamanda “mazlum” olduğu algılamasına yol açabilir.
Seçmenin, kazanandan yana olma eğiliminde olduğunu da anımsayalım: Son seçim sonuçları nedeniyle, İmamoğlu seçmenin gözünde üç kez yendiği Erdoğan’ın önündedir.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Görsel Tekin’in alnında “başarısız” damgası, genç Özgür Özel’in kolunda ise birincilik kurdelesi vardır.
Erdoğan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve Tekin’nden oluşan ihtiyarlar ekibi özellikle genç seçmen için cazip değildir. Kamuoyu yoklamaları bunu da gösteriyor. Genç-ihtiyar ikilemesi bu dönemde işlevseldir, tercihleri etkilemektedir.
Türkiye genç bir toplumdur. Gençler genç liderler istiyor!
Kaldı ki, ihtiyar ve hasta Erdoğan’ın da, baş destekçisi Bahçeli’nin de halefi yoktur, CHP ise İmamoğlu’nun ardından Özel’i parlatarak ümit aşılamıştır.
Ya dış faktörler?
Özetle, iç konjonktüre dayanarak Türkiye’nin siyasal geleceğine ilişkin soğukkanlı ve nesnel bir analizin varacağı tek sonuç, bu iktidarın ömrünün dolduğu ve ilk seçimde yolcu olacağı şeklindedir.
Ancak, Türkiye gibi küresel önemi olan bir pivot ülkenin kaderinin sadece kendi seçmenine bırakılması düşünülemez. AKP iktidarı, Türkiye’nin jeostratejik avantajlarını iyi kullanmıştır ve herkesle konuşabilmek gibi bir üstünlüğe sahiptir.
Bu konuşmalarda Trump, Putin, Zelensky, Katar emiri, Netanyahu ve diğerlerine neler söylediğini, ne gibi vaatlerde bulunulduğunu tahmin edebilecek durumda değiliz. Trump’ın Suriye bal kovanı ile kandırdığı bu iktidardan kolay kolay vazgeçmeyeceği ortadadır. Türkiye’deki Büyükelçisi zaten istenen faturayı ucundan göstermektedir.
Kendileri adına savaşacak asker aradıkları için Türkiye’ye ve muhalefete şimdi daha sempatiyle bakan Avrupalılara gelince… Onların da fazla bir güvenilirliği kalmamıştır.
Birilerinin halifelik hayalleri kurduğu ve dünyayı yeniden kurmasını beklediği Ümmet’in ise kendisi hayalidir.
Bu koşullarda tek umut, olgun halkımızın göstereceği demokratik ve ahlaki dirençtir. Evet, ahlaki direnç!