IDOHOT, her yıl 17 Mayıs'ta tüm dünyada Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü olarak kutlanır. Geniş anlamıyla cinsel yönelim ve cinsel kimlik farklılıklarının Dünya Sağlık Örgütü (DSO) tarafından bir hastalık olmadığının kabul edildiği gündür. Bu yıl hem pandemi gölgesinde geçti hem de Diyanet Türkiye’sinde bugünü yine birkaç cılız ses dışında dile getiren olmadığı gibi, LGBTI+ hareketi dışında neredeyse hiç bir kurum ya da birey tarafından hatırlanmadı. Ne mutlu ki İz Gazete'de meslektaşım Gizem Yerik, Pazartesi günü bu konu üzerine detaylı bir yazı kaleme aldı bu sütunlarda. Ve yine ne mutlu ki İz Gazete, toplumsal cinsiyet eşitliği sayfası çıkaran (sanırım) tek gazete. Ve ne mutlu ki bu gazetede benim de bir köşem var.

Ramazan ayında böyle bir yazı yazmak bile cesaret ister hale geldi 2020 Türkiye’sinde. Nedeni çok açık. Diyanet İşleri Başkanlığı denilen kurum, bizatihi nefretin, ayrımcılığın, kışkırtmanın kendisi oldu burada. Yeni bir şey değil aslında bu. Ama pandemi günlerinde işi gücü iyice azalmış olmasından kaynaklı olsa gerek, kafayı yine LGBTI+’lara taktı Din âlimleri. Artık, bu söylem hükümetin ortak dili olduğu için duymazdan gelmeme rağmen; bu durum endişe duymama engel olmuyor öte yandan.

Geçtiğimiz günlerde bir Cuma hutbesinde ülke genelindeki yüzbinlerce camide bir hutbeyi okutan Diyanet, sadece LGBTI+’ları değil, tüm temel hak ve özgürlükleri hedef alarak; cinsel özgürlüklere ilişkin “insan için zarar, toplum için ziyandır" açıklamasını yapmıştı hatırlarsanız.

Bu bildiriyi insan haklarıyla bağdaşmadığı için kınayan İzmir, Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa barolarına karşı toplu bir saldırı başlatılarak bazıları hakkında soruşturma açıldı. Öte yandan bu nefret hutbesine tepkilerini dile getiren kadın, LGBTI+, HIV+ ve insan hakları konularında çalışma yürüten STK'lar, sendikalar ve bazı siyasi partiler de hükümetin uzaktan kumandası ile hedef gösterilerek sağ muhafazakar tüm kesimlerin toplu linçine maruz bırakıldı.

Bu koroya CB Sözcüsü ve Başdanışmanı İbrahim Kalın, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Sözcüsü ve Akp Van Mv. Osman Nuri Gülacar “LGBT lobilerine kendi topraklarında müsaade etmeyeceğiz" diyerek Ali Erbaş'a destek oldu.

Sicil karnesi hayli bozuk bu hükümetten geçen yıl da bazı açıklamalar gelmişti. Bu yıl da 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nü yasaklatan ve Haziran’ın son pazarı yapılan LGBTI+ Onur Yürüyüşü’nü de yıllardır yasa dışı ilan eden Süleyman Soylu, geçen yıl “LGBTI+’ları tehdit olarak gördüğünü” söylemişti açık açık. Yine geçen yıl LGBTI+ Onur Yürüyüşü ardından, "annelik ve babalıktan vazgeçenleri yaradılışa aykırı olan sapkınlar" olarak nitelemiş olan DİB ve Başkan Ali Erbaş yine LGBTI+’ları nefret dolu sözlerle aşağılamış ve dışlamıştı.

DİB'in bu konudaki sicilinin hayli bozuk olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor. 2008 yılında "normal değil, patolojik, haddi aşıyor, helak edici büyük günah, yapısal bozukluk" diye tanımlayan bu kurum 83 milyonun vergileriyle ayakta kaldığını her seferinde unutarak Sünni Müslüman olmayan ve dini referanslarla yaşamayan herkesi her fırsatta ötekileştirmeye devam ediyor.

Salgın ile birlikte, insana düşman bu anlayışın da bir an önce bitmesi en büyük temennim. Anayasa’nın eşitlik ilkesi gereğince hiç kimsenin ayrımcılığa maruz kalmadan yaşayabileceği bir Türkiye'yi ilmek ilmek kurmaya devam etmek her şeyden önce bir insanlık görevi bizler için. İnsanlık onuru; ayrımcılık ve nefreti de yenecek. Diyanet’in gölgesinde de olsa homofobi, bifobi, transfobi ile mücadele onurlu bir görev olacak hep.

Son kelam olarak 17 Mayıs'ın anlamına uygun bir şeyle bitirelim. LGBTI+ olmak bir hastalık değildir ama homofobi, bifobi ve transfobi bir hastalıktır. İnsanlık, bir gün bu hastalığı da yenecek.