Staj… Stajyer…

Cem Yılmaz’ın deyimiyle “Çalış çalış çalış… Para? Para yoooookkkkk…”

Lise son sınıftayım matbaa bölümünde herkes staj yapmak için yer arıyor. Kimin babası matbaacı, kiminin amcası… İçimizden geçiriyoruz ‘Bir dayımız amcamız yok’ diye… Okul isteyene staj yapacak yer buluyor. Nedense hiçbirimiz zorda kalmadıkça okulun bulduğu işyerlerine gitmek istemiyoruz.

Bir gün yine bahçede kara kara düşünürken babam merdivenleri çıkarken,

“Hayırdır? Karadeniz’de gemilerin mi battı?” dedi.

“Şu an değil ama bir hafta sonra batabilir,” dedim. Gülerek,

“Anlat bakalım,” dedi.

“Hafta sonuna kadar staj yapacağım bir matbaa bulmam gerekiyor,” dedim. Hafiften enseme tokatı, ortama da kahkahayı patlattı.

“Düşündüğün şeye bak Cafar abiye rica ederiz, ayarlar sana,” dedi.

Cafar abi sülalede tek matbaacı, Tükelmat matbaasında çalışıyordu. Mutlaka sektörde tanınıyordur diye geçirdim içimden. Sonradan anladım ki sadece bizim değil sektörün saygı duyduğu önemsediği, nevi şahsına münhasır bir büyüğümüzmüş…

Birkaç gün sonra evine ziyarete gittik. Kendisine konuyu açtık. İkiletmedi,

“Hallederiz” dedi. İçime bir serinlik, mutluluk geldi. Koşup üstüne atlayıp teşekkür etmek istedim. O heybetli ve sert duruşunu görünce ‘Kendine gel oğlum ne yapıyorsun?’ dedim.

Haber geldi. Yenişehir semtinde Renk Matbaa’sında işe başladım. İlk zamanlar çok zorlandım. Kâğıt üzerinde öğrendiğimizden birçok şey farklıydı. Stajyersin çırak ve kalfa kadar değerin yok. Devletin bile maaş olarak asgari ücretin üç’te biri’ni bize verdiğini düşünürsek… Neyse… Ustaların biriyle sürekli tartışıyorum. Her gece mesaiye kalıyoruz. Sabahlara kadar Ahmet Kaya, Cem Karaca dinliyoruz. Tamirci Çırağı on defa dinlenmeden diğer şarkıya geçilmiyor. Yanlış anlamayın ikisini de çok severim ama artık kusacağım kardeşim.

Okulda staj öğretmenim var. Herkesin sıkıntılarını dinliyor. Birkaç sorunu anlattım,

“Tamam, senin yerini değiştirelim,” dedi.

“Olmaaaaazzzzzzz!” dedim. Önce bir irkildi sonra kendine gelir gelmez,

“Niye bağırıyorsun yavrum? Neden olmaz?” dedi.

“Cafar abi buldu o işi ona ayıp olur,” dedim. Yüzüme baktı ‘Bu çocuk deli mi ne?’ diye geçirdi içinden eminim sonra kafasını hafifçe yana sallayıp

“Peki, tamam” dedi.

İlk aylığımı aldım. Eshot Aylık Pulumun parasını kenara ayırdım. İçinizde ‘Eshot Aylık Pulu nedir?’ diye soranlar var duyuyorum. Bizim zamanımızda belediye otobüslerine bir ay binmek için size ait olan bir karta belediyenin rengini her ay değiştirdiği bir pul satın alırdınız. İşte bahsettiğim pul o…

Alacağım kitaplar ve yeni çıkan üç beş kaset vardı. Kasetleri aldım fakat kalan paramla kitapların sadece ikisini alabildim. Fiyatları artmıştı. Tüm kitaplara zam gelmiş.

Ne yazık ki doksanlarda şöyle bir söylenti vardı. Kitapçılar ve eczacılar ellerinde etiket makineleriyle geziyor, sürekli fiyat değiştiriyorlar. Bugünlerde tüm sektörler aynı durumda. Kâğıt fiyatlarının yükselişi tüm yayıncılık sektörünün işini zorlaştırıyor. Kitabevleri ve okur iki arada bir derede kalmış durumda…

Konak’tan otobüse binip Gültepe’ye doğru çıkarken aldığım kitabı çıkartıp okumaya başladım.

“Memedin karısı uçsuz bucaksız bozkırın ortasında dikilmiş duruyordu. Eğilip toprağı eşeledi. Epeyce aradıktan sonra birkaç tohum buldu. Tohumları eliyle yokladı, sonra dişledi, sonra kendi kendine:

“Vay,” dedi, “Vay garip başım. Tümü de çürümüş… Vay”  Otobüse yaşlı bir teyze bindi ona yer verdim…

Bir gün çalıştığım matbaaya Cafar abi geldi. Ustalardan biriyle tartışıyordum. Onu görünce sustum. Ustaya bir bakış attı. Olduğu yerde dondu kaldı. Sonra kenara çekti. Sadece bir cümle kurdu. Adam birden kayboldu. Cafar abi yanıma geldi.

“Şimdi eve git. Bir daha buraya gelme, ben sana başka bir yer bulacağım” dedi.

Çıktım hemen okula gittim. Staj öğretmenimi buldum.

“Ben o işyerinden ayrılıyorum” dedim. Öğretmenim gayri ihtiyari,

“Cafar abin?” dedi. Gülerek,

“O çık dedi zaten” dedim.

Eve gittim Yaşar Kemal’in yarım kalan kitabı “Hüyükteki Nar Ağacı’nı” okumaya devam ettim…

Cafar abiyi en iyi Attilâ İlhan’ın Mahur şiirinden birkaç dizesiyle anlatabilirim. Tabii ona uyarlanmış haliyle,

“Güneşten ışık yontardı sert adamdı. Hoyrattı gülüşü, aydınlığı çalkalardı. Gitti akşam olmadan ortalık karardı.”

Şimdi düşünüyorum da matbaacı dayım yokmuş ama o dönemler benimde amcam varmış.