Bugün 8 Mart. Bugün bu yazıyı okuyan erkekleri ve kadınları kendine bakmaya davet ediyorum. Bakalım ki, istediğimiz eşitlikçi ve adil dünyaya ulaşmak için bir adım daha atabilelim. Kendi kendimize. Çünkü küçücük adımlar dünyayı değiştirebilir.

Görünür/görünmez patriyarkal bağlarla çevriliyiz. Bu bağlar hayatımızın her alanında bizi etkiliyor. Bunların hayatımız üzerindeki etkisini azaltmak ve yok edebilmek için öncelikle bu bağları anlayıp nerelerde var olduklarının ayırdına varabilmek gerekiyor.

Bu, aynı zamanda nasıl ezildiğimizin de farkına varmak demek. Hatta nasıl ezdiğimizin de… Başka kadınların nasıl ezildiğini, başka insanların nasıl ezildiğini, insanın insana nasıl bir zulüm yaşattığını da anlamak demek.

Anlamaksa hak vermek değil, örüntüleri bozmaya giden yolda çok büyük bir adım. Daha eşit, daha adil, daha renkli bir dünyaya, daha ahenkli bir yaşama kavuşmak için son derece zaruri.

Yaşantımızda ezildiğimiz ve ezdiğimiz yerleri görebilirsek ihtiyaçlarımızın da farkına varabilir, ortak ihtiyaçların daha görünür olmasını sağlayabiliriz. Böylece her bireyin varoluşunu kabul edip eril tahakkümün elimizden aldığı, almaya çalıştığı yaşam hakkımızı savunabiliriz.

Patriyarkal bağların içine doğuyoruz. Bu doğduğumuz sistemde bize bakım verenler tarafından büyütülüyoruz. Hepimizin içinde doğduğu dünyanın bir “normal”i var. Ve bu “normal” her “normal” gibi sorgulamayı pek de kabul etmeyen, farklara izin vermeyen bir normal… Üstelik bu normal, daha çok erkeklerin normali olduğundan daha çok kadınları etkiliyor. Tabii etkilenen erkekler de bu düzende ezilmeye devam ediyor. Böylece bu normalin içinden aldığımız ataerkil kodlar bünyemize sirayet ediyor. İçimize işliyor. Çünkü yaşamak için sistemle baş etmek gerekiyor.

Sistemle baş etmek için birtakım pazarlıklar yapıyoruz; farkında olarak ya da olmadan yaptıklarımız bunlar; ataerkil pazarlıklar…

Sisteme nasıl uyum sağladığınızı düşündünüz mü hiç? Ne gibi stratejiler geliştirdiğinizi? İş yerinde, aile içinde, arkadaşlar arasında? En yakın arkadaşınıza? Eşinize? Sevgilinize? Komşularınıza? İş yerindeki üstlerinize? Astlarınıza?

Bu pazarlıkları hayatımızın her alanında yapıyoruz. Ve maalesef hepimiz yapıyoruz. Zaman zaman haklarımızın, eşitliğin ve adaletin en ateşli savunucusuyken yapıyoruz bunu. Zaman zaman en doğal halimizle evimizde otururken. Bir arkadaşımızın başından geçeni dinlerken. Birinin yaptıklarını seyrederken. Bir çalışana sadece kadın diye önyargıyla yaklaşırken. Çocuğumuza öğütler verirken…

Böylece ataerkil düzenin kodlarını değiştirip dönüştürüyor, ilişkilerimizde yeniden üretiyoruz. İçine doğduğumuz ve hayata hâkim olan bakış açısını öyle içselleştiriyoruz ki onu doğallaştırıyor, doğru olan olarak görüyoruz. Sorgulamıyoruz ve kabul ediyoruz. Böylece başka bir dünya hayali kuramıyoruz bile.

Ne mutlu ki bu kodları sorgulamaya daha yeni başlamadık, ancak daha yolumuz var. Ataerkil kodlar sorgulandıkça gördük ki şiddet sadece aile içinde değil. Toplumun her yerinde. Kamusal alanda. Yasalarda. Hafifletici sebeplerde. Yasaklarda. Söylemlerde. En önemlisi zihinlerde…

Ataerki, gücü orantısız kullanır. Otoriterdir. Böler, bölüştürür, ayrıştırır. Oysa bizim en çok birleşmeye, farklılık ve çeşitliliklerimizle çoğalmaya ihtiyacımız var. Kadınlar ve erkekler olarak. Çünkü ataerki cinsiyetsizdir. İçselleştirdiğimiz kodlar herhangi bir cinsiyetten üzerimize işlenmiş, herhangi bir cinsiyetten, başkalarına iletiliyor olabilir.

Bugün size davetim kendinize bakmanız. Bakmak zor, hele ki kendi otoritenizle karşılaştığınızda onunla kalmak ve onu kabul etmek daha zor. Ama kalın… Sadece bugün değil, bu yıl mesela, sizin için bir başlangıç olsun. Yaptıklarınıza, düşündüklerinize, uyguladıklarınıza bakın… Ezenseniz de ezilenseniz de ikisi birdense de… Bazı şeyleri güzelleştirmek için kendinizle yüzleşme zamanı gelmiştir belki de…