Ataerkil kodlarla yüzleşmeye davetime çok güzel yanıtlar aldım. Kimi ne kadar doğru bir noktaya parmak basıldığından bahsediyordu kimi ise yazının düşündürücü olduğundan, hatta biraz daha dikkat ve kazı gerektirdiğinden…

Doğru. Bu, dikkat ve kazı gerektiriyor. Çünkü yeni bir hikâye yazmak temelinde farklı bir yaratım istiyor.

Patriyarkal bağlarla çevrili olduğumuz bu dünyada, amacımız eşitlikçi ve adil bir ortama kavuşmak. Çünkü hepimiz hayatımızın farklı alanlarında bu bağlar yüzünden birtakım zorluklar yaşıyoruz. Kısıtlanıyoruz, görmezden geliniyoruz, duyulmuyoruz, anlaşılmıyoruz, baskılanıyoruz, aşağılanıyoruz, dalga geçiliyoruz, utandırılıyoruz. İşin özü; kırılıyoruz.

Kırıldığımız yer en hassas noktamız. Farkında olsak da olmasak da en çok öfkelendiğimiz yerimiz. Ve bu nokta öyle bir yer ki kendi kırılganlığını onarmaya çalışırken, kendini sağaltmaya çalışırken kişinin hayatını şekillendiriyor.

Kendi ezildiğimiz yerden, kırılganlığımızdan bir öfke filizleniyor.

Öfke güzel bir duygu. Onu yararlı kullanmaya başarabilene çok güzel kapılar açıyor. Kişiye ne yapmak isteyip ne yapmak istemediğini anlatıyor, yol gösteriyor, yön veriyor. Kişiyi eyleme geçiriyor. Bir yakıt oluyor, ateş veriyor. İçinde bir sürü mesaj taşıyor.

Ancak öfke farkında olarak kullanılmadığında güzelliğini yitiriyor. Kavga ettiriyor, hırçınlaştırıyor, okunmaya izin vermiyor, kişi hareketlerini kontrol ettiğini sanırken öfkesi tarafından ele geçirilmiş oluyor. Bazen de kavga ettirmiyor, bastırılıyor ve bastırıldıkça bambaşka bir halde ortaya çıkıveriyor.

Bunun içine bir de patriyarkal bağlar eklendiğinde öfke, bastırılsa da bağıra bağıra dışa vurulsa da kişiyi alıştığı hikâyenin içinde gücü kullanan taraf haline getirebiliyor. Kişi ezilmiyorsa ezebiliyor.

Oysa hepimizin artık yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Bu hikâyeyi kurmaksa yine bizim elimizde. Ama asıl soru onu nasıl kuracağımızda…

Gücümüzü ele alamadığımız düzende onu ele alıp aynı düzenin devamını mı hayal ediyoruz?

Onu ele aldığımızda nasıl kullanmayı arzuluyoruz?

Alıştığımız düzenin nesine alıştığımızın farkında mıyız?

Kırıldığımız yerin neresi olduğunu biliyor muyuz?

Aslında ihtiyacımızın ne olduğunun bilincinde miyiz?

Öfkemizi, bastırılmışlığımızı tatmin ettiğimiz, ezildiğimiz kadar ezdiğimiz bir düzen mi daha iyisi?

Kabul ettiğimiz normaller makul mü?

Yaptığımız pazarlıkların farkında mıyız?

Sisteme nasıl uyum sağlıyoruz?

Eşitliği savunurken ayrıştırıyor olabilir miyiz?

Ataerkil düzenin hangi kodlarından fayda sağlıyoruz?

Eşitliği ve adaleti savunurken ataerkil düzenin kodlarını kullanıyor olabilir miyiz?

Sorgulamadan kabul ettiğimiz doğrular neler?

Savunduklarımızı savunurken samimi miyiz?

Neyi savunduğumuzu gerçekten biliyor muyuz?

Hem öfkeli hem nazik olabilir miyiz?

Yeni diye özlem duyduğumuz o asıl ihtiyacımız olan hikâyeyi gerçekten farklı yazabilir miyiz?