Geçtiğimiz pazar Varoluşçu Buluşmalar kapsamında Cinsellik ve Canlılık konulu seminerler dizisini dinledim. Bu seminerlerden yola çıkarak, özellikle de Dr. Ferhat Jak İçöz’ün sunumundan konu başlıklarıyla birleştirerek bugün bu kelimeler üzerinde durmak istiyorum biraz. Hayatımıza canlılığı nasıl katabileceğimizden söz edeceğim; cinselliğin genel olarak alışkın olunmayan tarafından….

Sözlük anlamına baktığımızda cinsel, “erkeklik ve dişilikle ilgili, eşeysel” olarak tanımlanıyor. Cinsellik ise “erkeklik ve dişilik olarak canlı varlıkların cinsel özelliklerinin tümü” olarak… TDK sözlüğünde ise cinsellik için ikinci anlam olarak “sevişme duygusu” diye bir tanım var.

Toplumun genel kullanımına baktığımızda ise cinsellik cinsel ilişkiyle bir tutuluyor, onun yerine kullanılıyor sıklıkla.

Varoluşçu perspektiften baktığımızda ise cinsellik “canlı” hissetmeyle alakalı, cinsel ilişkinin çok çok ötesinde, çok daha geniş bir kavram. Peki bu geniş kavram neleri barındırıyor?

Biz insanlar toplum içinde yaşarken toplum kurallarıyla şekilleniyoruz. Bu kurallara göre yaşamlarımızı sürdürmeye gayret ediyoruz. Burada baskılarla karşılaşabiliyor, istemediğimiz şeyleri “mecburen” yapıyoruz. “Normal” kavramının karanlığında, bir normalin peşinde, normal kabul ettiğimiz eylemlerde bulunuyoruz. Bu normalin dışına çıkmayı istediğimizde ise çeşitli baskılarla, tepkilerle karşılaşma riskini göze alıyoruz. Sonrası ise ya kendi isteklerimiz için mücadele etmek oluyor ya da yorulup/vazgeçip normale dönmek.

Normalin dışına çıkmak kadar zor olan, hatta belki daha da zor olan şey ise kendimizi tanımak, kendimiz olarak neyi nasıl yapmak istediğimizi, neyin bizi mutlu ettiğini anlamak, hayattaki arzumuzu bulmak. Çünkü toplum kuralları, yaşamın ağırlığı, sorumluluklar ve hayat gailesi içinde kaybolan kendiliklerimiz zaman içinde kendilerini ortaya koymak için yanıp tutuşmayı da bırakıyorlar, kim olduklarını da unutuyorlar.

Varoluşçu perspektif işte tam da bu noktada devreye giriyor. Cinsel alanı çok mahrem ve özel olarak tanımlarken onu cinsel ilişkiden (seks) ayırıyor ve cinselliği bundan çok daha büyük bir yere konumlarken, “kendini içerisi ve dışarısı ile uyumlu olarak var etmek” olarak daha varoluşsal bir yerden tanımlıyor.

“İç” ve “dış” kavramlarını almak istiyorum buradan… İçimizi dışımızla uyumlu hale getireceksek, önce içimizi anlamamız gerekiyor. İçimizi dinleyip oradaki gerçek arzumuzu, gerçek ifade şeklimizi bulmak ve bu fark ettiğimizi dış dünyada ete kemiğe büründürerek kendimizi ortaya koyabilmemizle alakalı bu cinsel varoluş.

Varoluşçu filozoflara referansla baktığımızda ise; Merlaeu Ponty insanın dünyayla ilişkisinde cinsel olduğundan bahsediyor. Sartre kişinin kendini ötekine karşı nasıl var ettiğiyle alakalı bir yere konumluyor onu ve bu süreçte onu bir “kendine dönme çağrısı” olarak alıyor. Kierkegaard cinsellikten çok bahsetmese de onu dönüşen bir hal olarak tanımlıyor ve kendiliğin ulaşabileceği son mertebe olmasından bahsediyor. Nietzsche ise cinselliği hayatın temel gerçeği olarak konumluyor. Heidegger’ın bakışı için biraz daha satır aralarına inmek gerekiyor; ama o da bunu istemek, arzu etmek ve bağ kurmakla ilişkilendiriyor.

İnsanın kendini dinlemesi zor. İçine dönmenin neredeyse bağlamından koparıldığı günümüzde, zor hayat şartları içinde, bilgi bombardımanının yaşandığı zamanlarda, modern, popüler, başarılı, güzel, çekici, duyarlı, aktivist…vs. olmanın bile nasıl olacağının tanımlandığı zamanlarda hem kendi arzumuzu bulmak hem de onu ortaya koymak belki hiç kolay değil. Üstelik kendini ortaya koyup görünür olmak başlı başına bir korku ve kaygı kaynağı. Sevilmeme, beğenilmeme, reddedilme, onaylanmama riskleri bizi kendimizden uzaklaştıran ve “normale”, “kabul edilene” yönlendiren kaygılar. Oysa varoluşçu perspektifin söylediği gibi içimizle dışımızı uyumlu hale getirerek kendimizi var edebilirsek bu hayatı canlılıkla yaşayacağımız da bir gerçek…

Canlılık; yaptığımız her aktiviteyle yaşamımızda yerini bulabilir. Yazı yazıp bunları paylaşırken, bir topluluğa sunum yaparken, yeni bir yemek tarifi denerken, birine yardım ederken… Kendine iyi gelen yaşamı kurarken… Yeter ki “iç”imizden gelsin.