Geçen hafta İstanbul’un Esenyurt ilçesinde esnaf ve kuryelerin dahil olduğu büyük bir kavga medyaya yansıdı.

Meydan savaşına benzeyen kavganın kayıt altına alınan görüntüleri izlendiğinde yumrukların, sopaların, kaskların havada uçuştuğu görülüyor. Bu kavgada kimsenin ölmemesi büyük şans ama yararlılar var.  Yüzü gözü morluklar içinde kalan bir esnaf çekiçle dövüldüğünü iddia ediyor.

Olayın çıkış nedeni müşterinin yolda dökülmüş olması nedeniyle kuryeden yemeği teslim almayıp, iade etmesi. Kurye restorana dönüp yemeği iade ettiğinde esnafla kurye arasında bir tartışma çıkıyor ve bu tartışma kavgaya dönüşüyor. Kavgaya çevredeki esnaf ve kuryenin olay yerine çağırdığı abisi ve meslektaşları da karışınca olay iyice çığırından çıkıyor. Esnafın kuryenin çalıştığı şirketi arayıp, şikayetini iletmek yerine tartışmanın kontrolden çıkmasına yol vermesi yanlış. Diğer yandan, kuryenin şirketini aramak ya da kendini tehdit altında hissettiği anda polisi aramak yerine abisini ve arkadaşlarını arayıp olay yerine çağırması da yanlış. Esnafın ne yapacağı belli olmayabilir ama kurumsal bir şirketin çalışanının böyle durumlarda ne yapılacağı konusunda eğitilmiş olması gerekir.  

Esnaf ve kuryeler bir hatalar zinciri yaratarak böyle kötü bir kavgaya yol açtılar. Yemek sipariş şirketinin itibarı bu olaydan doğal olarak olumsuz yönde etkilendi. Peki şirket bu olaydan sonra ne yaptı? Normalde en az yirmi yıllık bir geçmişi olan ve onlarca ödüle sahip, kurumsallık iddiası olan bir şirketin bu olayı tasvip etmediğini belirterek, kamuoyundan özür dilemesi, ilgili personele gerekli uyarıların yapılacağına, elemanlarını daha iyi yöneteceğine ve anlaşmazlık durumlarında kuryelerin nasıl hareket etmesi gerektiğine dair politikalarını netleştireceğine dair bir duyuru yapması gerekmez miydi?  Gerekirdi tabii, ama şirket bunu yapmadı.

4 Şubat günü akşam saatlerinde İzmir, Karşıyaka, Atakent Caher Dudayev Caddesinde yürüyüş yaparken bir noktada trafiğin yoğunlaştığını gördüm. Bir kaza olduğunu düşünerek o noktaya yaklaştığımda etrafında bir sipariş şirketine ait on civarında kurye ve motosikletin bulunduğu bir otomobilin kenara çekili vaziyette durduğunu gördüm. Otomobilin içinde anne, baba ve çocuklardan oluşan bir aile vardı. Baba, muhtemelen olayın büyümemesi için direksiyonda sakince oturuyordu ama anne çok kızgındı ve yüksek sesle itiraz ediyordu. Konuşmasından anladığım kadarıyla otomobil sürücüsü ile bir kurye arasında trafikte bir anlaşmazlık yaşanmış, tansiyonun yükseldiği bir noktada kurye otomobilin dikiz aynasına bir tokat atmıştı. Sonrasında kurye arkadaşlarına haber vermiş ve onları olay yerine toplamıştı. Kadın telefonla 155’i aradı. Polis ekipleri birkaç dakika içinde geldiler. Polis memurlarından birisi o noktada artık polisin olaya el koyduğunu, anlaşmazlığın tarafları dışında kalanların çevreyi boşaltmaları talimatını verdi. Birkaç kurye olay yerinden ayrıldılar ama diğerleri bu talimatı dinlemediler. Ben bunu, olay üzerinde çalışan polisin ve ailenin üzerinde bir baskı oluşturma davranışı olarak değerlendirdim ama kendim talimata uyarak olay yerinden ayrıldım.
 
Şirketlerin faaliyetlerinin kısmen ya da tamamen yasaklanması gündeme gelebilir   

Sebebi ne olursa olsun, bir trafik tartışması nedeniyle bir ailenin karşısına on tane adamın çıkarılması benim kabullenebileceğim bir durum değildi. Üstelik, ailenin karşısındaki kişilerin üzerinde belli bir ticari bir itibarı olan bir şirketin sembolleri ve unvanı yer almaktaydı. Eve döndükten sonra şirketi aradım. Olayın dışardan çok çirkin göründüğünü bir ailenin karşısında on kuryenin durmasının şirketlerinin itibarına zarar verdiğini, bu gibi olayların tekrarlanması halinde çalıştıkları iş kolunun zarar göreceğini ve iş kolunda faaliyetlerin kısmen veya tamamen yasaklanmasının bile gündeme gelebileceğini belirttim. Kuryelerin zaman baskısı altında ve trafikte stresli bir iş yaptıklarını bildiğimi, bunu anladığımı ama bu mesleği yürütenlerin bu ve benzeri olaylarda nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitilmeleri gerektiğini söyledim. İletişim merkezindekiler konuyu yetkililerine aktaracaklarını söylediler.

Sonrasında bir hafta kadar bekledim. Aslında beklediğim, bana bir dönüş yapılması ve en azından genel geçer, kurumsal birkaç şey söylenmesiydi: “Çok üzüldük, gerekli tedbirleri alıyoruz, ilginize teşekkür ederiz” gibi. Bu da olmadı.

Bilindiği gibi, pandemiden sonra yemek sipariş etme alışkanlığı iyice yaygınlaştı. Yemek siparişi sektörünün genişlemesi olumlu değerlendirildi. İhtiyaçlar karşılanıyor, ekonomik bir faaliyet genişliyor, istihdam ve gelir yaratılıyordu. Sokakların tenha olduğu pandemi günlerinde motosikletlerin kaldırımda sürülmesi, ters yollara girilmesi, yaya kaldırımından bodoslama geçilmesi, trafikte farklı atraksiyonların yapılması hoş görülebiliyordu. Ama bunlar artık ciddi bir sorun ve şikâyet konusu haline gelmeye ve insanları çok rahatsız etmeye başladı. Toplanıp, insanlarla kavga etmek ve üzerlerinde mafya yöntemleriyle baskı kurmaya çalışmak, onları terörize etmek kabul edilemez.  

Esenyurt olayının Türkiye’nin gündemine girdiği günlerde Rekabet Kurumu’nun önde gelen bir yemek sipariş şirketi hakkında soruşturma açması tesadüf değil. İnsanlar bıkmaya başladı ve şikayetler artıyor. “Rekabet” denince bir şirketin kendi çalışanlarının ve başkalarının hayatını tehlikeye atarak yasaları hiçe sayarak ekonomik faaliyet göstermesi de rekabet kavramı ile uyuşmaz.

Şimdi ilk beklenen şey, sektörün öncelikle kendi kendini disipline edecek tedbirleri alması, gerekirse devlet yetkililerin de görüş alınarak faaliyete bir çeki düzen verilmesi. Bu yapılmazsa, disiplinsizliğin yarattığı kötü sonuçların sektör yöneticilerinin başını ağrıtmaya başlaması, kısmi ya da genel yasaklamaların gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır.