“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir” der Marx. Egemen olmak, yönetebilme kabiliyeti; kendi hak ve çıkarlarını bütün bir toplumun hak ve çıkarları olarak gösterebildiği ölçüde mümkündür. İdeolojik, politik, kültürel kodlar sistemli biçimde egemenler tarafından işlenir. Yönetenler, kendi sorunlarını toplumun sorunlarıymış gibi göstererek, halkı konsolide etmek ister.

Milyonlarca işçi ve emekçinin, özellikle seçim döneminin hayhuyu içerisinde, sermaye sınıfı ve onun ihtiyaçlarının peşine takıldığını fark etmesi elbette zor. Yaşanan olayları kuşbakışı görme imkânı olsa, “Yahu biz onları bu kadar dert ediyoruz ama onlar bizim hangi sorunumuzu çözecek?”, “Bizim taleplerimiz ne?”, “Onlar bunu çözebilecek mi?” sorularına cevap almak üzere odaklanabilir.

İşçi ve emekçiler bunca ablukaya rağmen dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de irili ufaklı, küçümsenmeyecek sayısız mücadele vermektedir. İşten çıkarmalara karşı mücadele, sendikalaşma hakkı, çevre sorunu, özelleştirme, konut talebi gibi alanlarda mücadeleler vermekte ancak verilen mücadele dağınık ve güdük kalmaktadır. Kendi yaşadığı soruna karşı verdiği mücadele ile toplumun diğer kesimlerince sürdürülen mücadelenin birleştirilememesi de egemenlerin hegemonyasının sürekliliğine neden olmaktadır. Bu durum bize yeniden ve yeniden göstermektedir ki, işçi ve emekçilerin talepleri siyasi mücadele olmadan kalıcı hale gelememektedir.

MİLLET İTTİFAKI ÇÖZÜM MÜ?


14 Mayıs’ta yapılacak seçimler ve süren atmosferde de ne yazık ki böylesi bir tabloyla karşı karşıyayız. İşçi ve emekçiler, geçtiğimiz yıllara göre tek adam rejimine tepkisi artmasına rağmen, yıkmak istediklerinin yerine örneğin Millet İttifakı’nın hangi taleplerine çözüm olacağına odaklanamamakta-odaklandırılmamaktadır. “İstemiyoruz” denilmekte ancak, “şu bu sorunlara böyle çözümler istiyoruz” diyememektedir. Açıkça görülmektedir ki, Millet İttifakı’nın “ileri” olarak tanımlanacak vaatleri olsa bile bunların ne kadar gerçekleştireceği havada asılı durmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, büyük kitle hareketlerinin yaratılması ve kazanımının en önemli koşullarından biri de talepler etrafında birleşik mücadele ile mümkündür. Millet İttifakı’nın kurtarıcı olarak ele alınması, neyin talep edildiğinin formüle edilememesinden de kaynaklanıyor. Elbette burada olağandışı bir durum yoktur. Sınıflar mücadelesi gereği egemenler yönetme tecrübesi ile her seçimde halkın geniş kesimlerini konsolide ettiği gibi bu sefer de egemenliğini tesis etmeyi başaracak görünmektedir. Örgütlü bir halk hareketi oluşmadığı takdirde de kendi krizlerini aşma konusunda dahi egemenler tecrübelidir. 

Halkın geniş kesimleri yaratılan atmosfer nedeniyle yargılanamaz. Ancak sendikalar, odalar, emek örgütleri ve partilerinin seçim sürecine berraklık kazandırması adına talepler etrafında bir mücadele için ne kadar uğraşıp uğraşmadığı sorgulanabilir. İktidara gelirken talep edilmeyenler, “Hele tek adam gitsin sonrası kolay” gibi güdük yaklaşımlarla seçim sonrasına havale edilmektedir. Yaşanılacak seçimlerde üzerine kafa yorulması gereken en büyük tehlike budur.

HDP bugün aday çıkarmayacağını duyurdu. HDP önce Kılıçdaroğlu’na, kendi talebini yani “Kürt sorununda demokratik çözümün yeri Meclis’tir” açıklamasını yaptırarak yol almayı tercih etti. Peki sosyalistler, sendikalar halkın hangi sorununa dikkat çekecek-olup olmayacağı ayrı bir tartışma konusu- destek verecekse de hangi talep için vereceğini açıklayacak? Düşünmek lazım…