Büyükşehir Belediyesinin imkânlarının sınırlı oluşu, kanalizasyon borusu döşerken veya ağustos sıcağında asfalt dökerken zehir soluyan işçiye çok görülmemeli ve fedakârlık yüklememeli.
Büyükşehir Belediyesi ile Sendika arasında hatırlanacağı üzere toplu sözleşmede uyuşmazlık oluşmuş ve sendika grev ilan etmişti.
Sendikanın işçiler için talep ettiği ücret takribi 80.000 Türk Lirasıydı.
Belediye Başkanı Cemil Tugay, bütçe imkânlarını öne sürerek Sendikanın taleplerine direnmiş ve neticede onun dediği olmuş ve sözleşme imzalanmıştı.
Cemil Tugay bu süreçte kamuoyunun büyük ölçüde desteğini arkasına almıştı.
Asgari ücretin 22.000 TL olduğu bir ülkede, üstelik ekonomik sıkıntılar hayli yoğun yaşanırken, net 80.000 TL ücret talebi pek taraftar bulamamıştı.
Burada karşı çıkanları 2 kategoride değerlendirmek mümkün.
Birinci grup işyeri sahipleri;
Bu kesimin işleri zorlukla yürütülürken, katlandıkları işçilik maliyetlere emsal olabilecek bir antlaşmanın yaratacağı etkiler yönünden Büyükşehir’in tutumuna arka çıkmaları normaldi.
Hele ihracatçılar, baskılanan döviz değerinin TL karşılığı, giydirilmiş asgari ücret için bile yüksek kalırken, 80.000 TL net ücret tabii ki desteklenmezdi.
Mamafih, otomotiv başta olmak üzere pek çok sektörde bağıtlanan sözleşmelerde brüt maliyetler 3000 Eurolara yaklaşmaktadır.
Ancak hala ülkemizde “ortalama” ücretin 27.000 TL olduğunu da belirtelim.
Bu arada Türk-İş’in açıkladığı “yoksulluk sınırının” da, dört kişilik bir aile için 82.000 TL olduğu gerçeği de bir kenarda durmalı.
Neyse, özetle; iş dünyasının itirazı anlaşılmaz değildi.
Ancak ikinci kategori ayda ortalama 27.000 TL ücret alan geniş kesimler ve 15.000 TL emekli aylığına talim edenlerden oluşuyordu.
Bu kitleler de Sendikanın taleplerini, kendileri ile mukayese edip, tepki gösterdiler.
Bu tavır, “askerde Yüzbaşı’dan dayak yiyen Çavuş’un, hırsını Onbaşı'dan çıkartmasına” benzetilebilir…
Diğer değişle; açlık sınırında gelir elde eden insanlar “kuyudan çıkmaya çalışan” emekçi arkadaşlarına destek olacakları yerde “sefalette eşitlik” anlayışı güttüler.
Bu tutumlarının makul izahı hakikaten çok zor.
Büyükşehir Belediyesinin imkânlarının sınırlı oluşu, kanalizasyon borusu döşerken veya ağustos sıcağında asfalt dökerken zehir soluyan işçiye çok görülmemeli ve fedakârlık yüklememeli.
Kaldı ki, becerikli belediyeler ellerindeki imkânlarla, sadece merkezi hükümetten gelecek paylarla iktifa etmezler, gelirlerini arttıracakları iş kabiliyetini edinmeye çalışırlar.
Aliağa belediyesi bu dediğimize örnektir.
Neyse, konu kapandı derken Cemil Tugay bu defa, kendisinin de onayı olduğuna dair pek çok haberi yapılan bir konuda, imzalanmış toplu sözleşmenin ikinci zaman dilimine yönelik farklarından vazgeçilmesi, aksi halde 1030 işçiyi çıkartmak zorunda kalacaklarını, ilan etti.
Ancak bu defa sanki sınır aşılmış gibi oldu.
Kamuoyu desteği bir hayli kesildi.
Hangi gerekçeyle işe alınmış olursa olsun, bir emekçinin kapıya konması, bırakın hukuki boyutu, vicdanen de mümkün olamazdı.
O kişinin; ailesi, okulda okuyan çocukları, taksitlendirdiği borçları, ev kirası… Özetle bir geçim bütçesi varken, hangi hakla işten çıkartma yoluna gidilir, anlam vermek bile imkânsız.
Bu durum gerek belediye içinde, gerekse halkla olan iletişimlerinde büyük huzursuzluk sebebi olmaya başladı bile.
Ayrıca İzmir Büyükşehir; Sosyal Demokrat olduğunu söyleyen bir siyasi partinin belediyesi.
DİSK, bu ülkenin en kurumsal sendikal örgütlerinden biri.
DİSK işçileri ile şartları bu denli zorlamak, Türkiye genelinde CHP'ye öyle bir olumsuz dönüş yaratır ki, sebep olanlar durumun hesabını veremez ve vebalini karşılayamazlar.