Bir çürümenin ortasında/Utancımıza tutunmuş/İyi şeyler düşünerek/Yaşamaya çalışıyoruz. *

Çürümenin ortasında, iyi şeyler düşünerek, dileyerek yeni bir yıla daha giriyoruz. Yaşamaya çalışıyor ve daha iyi bir yaşam için temennilerimizi sıralıyoruz… 

Umut ve dilekler, örgütsüz halk kesimlerince talep ediliyorsa, temenniler havaya çivi çakmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Oysa gerçekliğin, hakikatin gözlerine iyice bakılmalı, kendi kendimizi kandırmamalıyız. İşsizlik, yoksulluk ve geleceksiz sarmalına saplandığımızın farkında olarak, temenninin ötesinde “Nasıl?”, “Ne yapmalı?” sorularına cevap aramalıyız. 

ULUSLARARASI GELİŞMELER

Ukrayna Savaşı ile bir kez daha anlaşılmaktadır ki, dünya pazarı üzerinde rekabet ve çekişme her alanda çatışmaya dönüşmektedir. Askeri, diplomatik, mali ve siyasi mevzilerde de bu durumun yansımalarını görmek mümkün. Uzun zamandır başta emperyalist ülkeler olmak üzere pazar ve etki alanı mücadelesi ile körüklenen çatışma ve savaş politikalarının kronolojik aralıkları her geçen gün biraz daha azalıyor. Büyük emperyalist güçler arasında yeniden büyük paylaşımın, bölgesel savaş dinamikler eliyle geçiş dönemecinde olduğu rahatça görülebiliyor. 

Nedeni ise açık. Kapitalist sistem büyük bir istikrarsızlık içerisinde, kalp spazmıyla ne kadar gidebilirse o kadar ilerliyor. Krizi atlattık diyemeden yeni bir kriz ortamını, bir önceki sorunların yumağıyla da devralarak daha da derinleştiriyor. Bataklığa saplanmış bir canlı gibi hareket ettikçe gömülüyor. Halkların bu yükü sırtlarından atacak birliğe sahip olmaması mevcut sistemin hala geçerli tek şansı olarak görülüyor. 

Nesnel durum başka bir dönemi zorluyor. Emperyalist sistem kendi yarattığı “demokrasi”sini ve yasalarını kendisi çiğneyerek; iktidarını sağlamlaştırmak, kendi düzenlerinin istikrarını korumak üzere partiler arasındaki ilişkilerden bağımsız olan baskıcı rejimler için zemin hazırlıyor. Bazı ülkeler ise halkların önüne yalancı meme misali açlığı bir süre daha idare etmeleri için “eskinin” yeni deneyimlerini şaşalı paketlerle sunuyor.

TÜRKİYE’DE POLİTİK ATMOSFER
Uluslararası arenada yaşanan bu gelişmelere karşılık, ülkemizde ise egemen sınıflar arasındaki çelişki ve çatışmaların politik tarafları, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakının varlığı ile kendini gösteriyor. Tek adam rejimi uzun zamandır kendi varoluş ve ortaya çıkış sebebine uygun olarak, sömürü koşullarını hızlandırıcı, otoriter bir rejimi inşa ediyor. Millet ittifakı ise tek adam rejiminden kurtulmak üzere oluşan havayı yelkenine doldurarak, nasıl bir ekonomi, politika izleyeceğini açıklamalarıyla gösteriyor.

Uluslararası arenada kendisini gösteren, burjuva demokrasisinin yenilenmesi-cilalanması ile faşist rejimlerin ihtiyacını savunanlar arasındaki tartışma bu iki ittifakta can buluyor. Her iki kliğinde bu durumu savunma sebebi açık: Kapitalist sistemin sürdürülebilirliği ve geleceğiyle birlikte sömürü koşullarını güvence altına almak. Uluslararası arenada hatırı sayılır yeri olan Rifkin ve Daron Acemoğlu’nun da Türkiye’de pozisyon almasına zorunlu kılan da klikler arası cereyan eden bu “fikir ayrılığı.”

AMAN! HALK İKTİDARA GELECEK!
Daron Acemoğlu, “Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri” kitabında burjuva klikler arasında yaşanan bu çatışmada kendi saffını, “Demokrasi dışı rejimde vatandaşlar sistemden dışlanırlar. Ancak bu duruma rağmen çoğunluğu oluştururlar ve bazen sisteme meydan okuyabilir, kapsamlı toplumsal karışıklık ve çalkantı yaratabilir, hatta ciddi devrim tehdidi ortaya koyabilirler” sözleriyle belirlemiş oluyor. Hatırlarsak, TÜSİAD ile yaptıkları konferansta da Türkiye burjuvazisinin koç başlarına, “Siz çok zenginleştiniz, yoksulluk arttı bunlar sosyal patlamalara zemin hazırlar aman ha” diyerek uyarılarda bulunmuştu. 

Yine aynı kitapta, “Biz analizimizin kapsamını, demokrasinin oluşturulduğu durumlarda devrimin nasıl engellendiği ile sınırlıyoruz” diyen Daron Acemoğlu, baskı rejimlerini eleştirme nedenlerini, “hem pahalı hem de risklidir. Baskı hem hayat kaybına hem de varlık ve zenginlik kaybına yol açar ve -uluslararası görüş iklimine bağlı olarak- 1980'de Güney Afrika'da olduğu gibi yaptırımlara ve uluslararası izolasyona yol açabilir” tespitiyle açıklıyor.

İKİ TARTIŞMA ARASINDA SIKIŞMAMAK
Yeni bir yıla işte tam da bu iki tartışmanın çarklıları arasında giriyoruz. Otoriter, faşizan rejimler ve “demokrasi” görünümlü yönetme biçimleriyle; halkların demokratik iktidarını nasıl engelleyeceklerine dair kapitalizmi korumak üzere yol alan iki ayrı tartışmayla…

Elbette burada söylemek istediğimiz, verili bir ülkede hangi siyasi rejimin olduğu konusunda her iki tartışmayı -kliği- eşitlemek ve bu konuda kayıtsız kalmak değildir. Tabii ki en küçük demokrasi kırıntısı için bile alan açılması ve bunun için mücadele edilmesi gereklidir ve hangisinin bu koşullara alan açıp açmadığı gözlemlenmelidir. Ancak yeni bir yıldan ve gelecekten; işçiler, gençler, kadınlar, köylüler yani halk için iyi dileklerin hayat bulması; karşı karşıya kalınan gerçekliğin ne kadar kavranıldığı, halkın geniş kesimlerinin ne kadar birleştiği ile ilgilidir. İki tartışma arasına sıkışmamanın tek yolu halkın kendi yol haritasını belirlemekten ve buna uygun en geniş birliği kurmaktan geçer.

Hepimize mücadele dolu yıllar. 


*Şükrü Erbaş