Kız çocukları bir şekilde dünyaya gelir ama oğlan anaları bu dünyaya adeta bir aslan parçası doğurur.

Ağızlarını doldura doldura söylerler "Ben oğlan anasıyım!"

Yıllar önce ilk çocuğu kız olan yakın bir tanıdığım, ikincisi oğlan olunca açık açık "Ben oğlumu doğurunca anne olduğumu anladım" demişti, çok şaşırmıştım.

Ama sonradan bu ve benzeri gurur nidalarını başka kadınlardan da duydum.

Söylemeseler de tavırlarından bellidir zaten. Oğullarının beraber olduğu kimseyi beğenmezler mesela, aslan parçalarına layık bulmazlar.

Bütün kadınlar oğullarını kullanmak üzere dünyaya gönderilmiş birer ‘sinsi’relladır.

Gözleri göz değildir o kızların. Bakışlarından bellidir.

Oğullarına kız mı yoktur, 'gidip başkasını bulsun'dur.

Mümkünse annelerinin bulduğu bir kız olmalıdır bu.

Şöyle sessiz, sakin, güleryüzlü, iş bilir, kaynanasının sözünden çıkmayacak, ağzı var dili yok bir gelin.

Oğullarının evlerinin nasıl döşenmesi gerektiğini de en iyi onlar bilir tabii ki, gelin ne anlar, hatta karışmak ne haddidir.

Dul bir gelin mi?

Çocuklu mu?

Zinhar olmaz.

***

Tabii ki hepsi böyle değil ama çoğu gerçekten oğullarının annesi gibi değil sahibi gibi görür kendini.

Doğurdukları 50 yaşına da gelse korunmaya muhtaçtır.

Ve erkekler de bu durumdan hiç şikâyet etmedikleri, analarının sözü dışından, mutsuz olma pahasına çıkmamayı hayırlı evlat olmanın bir şartı olarak kabul ettiklerinden olan yolun sonunda hep onlara olur.

***

Bak mesela 16 yaşında altına verilen bilmem ne marka aracıyla bir canı alan çocuk da annesinin oğluşuydu.

"Benim oğlum pırıl pırıl bir çocuk, ben anayım ana" diye kendini savundu Eylem Tok.

Birkaç gün önce ülkeden kaçırdığı ebelek oğluyla New York sokaklarında sırıtırken görüntülendiler. Belli ki keyifleri gayet yerindeydi.

Bu konuda söyleyeceğim çok sert kelamım var ama dedim ki tanıdığım en oğluş sahibi karı-koca dostlarıma bu konuda ne düşündüklerini sorayım.

Ki anne baba olarak isteseler her türlü acımasız torpili yapacak bürokratik güçteler...

Şöyle dediler...

***

"Aslında çocuğunu nasıl yetiştirdiğinle çok alakalı bir konu. Çocuğuna bir sınır koymakla ilgili bir durum bu. Sınır konulmayan çocuk kendini korumasız ve değersiz hisseder. Bana sınır koymayacak kadar değer vermiyorlar. Beni her türlü durumun ortasına atacak kadar önemsemiyorlar diye düşünür.

 Allah göstermesin eşimle bu konuyu düşündük. Bizim başımıza gelse ne yapardık diye. İlk refleks, eşim dedi ki 'direksiyonun başına ben otururdum.'

Ben de oturabilirdim. Hani kazayı ben yaptım diyebilirdim.

Gösterebileceğimiz en uç anne baba refleksi bu olabilirdi.

Fakat sonra çocuk bununla yüzleşmek zorunda kalır.

Bedelini ödemesine tut ki kıyamadım. Çünkü çok küçük. 16 yaşında. Türkiye'deki hukuk sistemi, cezaevi koşulları. Yargılama koşulları, sosyal deformasyon... Bütün bunlar çok önemli. İnsanı tedirgin eder.

Ama yine söylüyorum herhalde direksiyonun başına ya eşim ya ben otururduk fakat ne olursa olsun yaralılara yardıma koşardık.

Hemen bir ambulans çağırırdık.

Çocuğum şokta mı? Otur bakayım sen arabada deyip yaralılara müdahale edersin.

Ondan sonra yasal süreç neyi gerektiriyorsa onu yaşarsın.

O bedeli bir şekilde ödersin.

Çünkü eğer çocuğun alıp arabayı böyle bir şey yapmışsa en büyük sorumlusu sensin.

Ki bence 18-19 yaş bile çok erken yeni nesil için. Olgunlaşmıyorlar çünkü.

Bu yaşanılan kâbusun bedelini ödersin.

Ülkedeki koşullardan dolayı belki sen geçersin direksiyonun başına ama çocuğun yaşattığıyla yüzleşmesi mutlaka gerekir.

Ne olursa olsun anne telefonları toplamaya zaman harcayacağına yaralılara yardım etseydi sonuç çok başka olurdu.

Yine söylüyorum ilk refleks sadece evlattan gelen telefonla onu yerine direksiyona geçmek olabilir.

Ötesi kan bağı korumayı aşar. Vicdan yokluğudur. Yağmadır.”