Toplum olarak balık hafızalı bir yanımız var ne yazık ki. 17 Ağustos 1999 yılında yaşadığımız yıkıcı Marmara depreminden sonra, deprem-yapı-mimar ilişkisinde, yapı oluşturma sürecinde; devreye giren kişi, kurum ve 

yönetmeliklerin; mesleki, etik, sorumluluklar ve denetim açısından yeniden sorgulandığı bir dönüm noktası olmuştu. Sadece deprem değil yangın, sel felaketleri gibi afetlerde de eğitimci, tasarımcı, uygulayıcı ve kullanıcı olarak yapısal açıdan alınması gereken önlemler olarak değerlendirilmesi için çalışmalar başlatılmıştı. Öncelikle şu bilgiyi ortaya koymamız gerekiyor. Türkiye Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alan bir deprem ülkesi olduğu için nüfusun yüzde 95’i tehlikeli bölgelerde yaşıyor. Sanayi başta olmak üzere yapısal yoğunluk olarak da yüzde 98’inin deprem bölgelerinde olduğu için; doğa insanları uyarıyor ve yaşam alanları konusunda yer ve mimari açıdan daha detaylı bir şekilde ele alınması gerektiğini her felaketten sonra ortaya koyuyor. 

Ülkeyi yönetenler deprem, sel ve yangın nedeni ile oluşacak yapısal hasarları en aza indirmek, mimar ve mühendislerin tasarım ve uygulamaya yönelik başlıca konularından birisi olmasına karşın, bilimsel projeleri, kişi ve kurumları harekete geçirmiyor. En büyük yanlışımız da burada başlıyor.

Bakın AKP döneminde orman yangınları yüzde 250 oranında arttı. Orman Kanunu'nda son yıllarda yapılan değişiklikler ile ormanlar sermayenin talanına açıldı. Her yıl yangın sayısı giderek arttı.

Son günlerde yaşanan orman yangınları AKP iktidarının 20 yıllık ormancılık politikalarının iflası anlamına da geliyor. Orman Kanunu'nda son yıllarda yapılan değişiklikler ile ormanlar sermayenin talanına açılmış bulunuyor.

Küresel ısınmanın da etkisi ile orman üzerindeki sömürü baskısı, sel ve orman yangını sayılarında görünür bir artışa neden oluyor. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında meydana gelen orman yangını sayısı 1471 iken 2020 yıl sonu verilerine göre bu sayı 3399'a yükseldi. Bunu ortaya koyduktan sonra, Marmara depreminde Gölcük'te haber geçmek için bulunuyordum. Gölcük'ün karşı sahilinden bulunan Tüpraş yangınının  da canlı şahidiyim. O yıllar yerli yangın söndürme uçağı ile ilgili projenin hayata geçirme çalışmaları yapılıyordu. O yerli yangın söndürme uçakları Tüpraş Rafinerisi’nde çıkan yangını ve bir kaç büyük orman yangını söndürmeyi başarmıştı. Bu uçağa o zaman ABD'nin  talip olduğu, satış anlaşmasının bile yapıldığı basında yer almıştı. Toplamda ilk etapta 9 olmak üzere 15 yangın söndürme uçağı yerli ve milli imkanlarla yapılacaktı. Ne oldu o projeye? 2002 yılında iktidara gelen AKP, geldiği yıl bu projeyi alelacele rafa kaldırdı. Kim bunu anımsıyor? Kim bunu sorguluyor? Hiç kimse. Balık hafızalı toplumuz derken bunları unuttuğumuzu ortaya koymak istiyorum. Bakın sel felaketinin merkezi haline gelen

Kastamonu'nun Bozkurt ilçesinde Ezine çayı üzerine bulunan HES barajının patladığı iddia ediliyor. Bu doğruysa başka felaketlerin de olacağı anlamına geliyor.

Memleketin her yerini şantiyeye çevirmekle övünen AKP, Karadeniz’in vadilerinde, bir dere üzerine onlarca HES inşa ederek tam bir talan gerçekleştirmiştir. Siyasi partilerin paylaştığı veriliri bir kez daha anımsayalım. Sadece Trabzon’da 51 adet HES inşa edilmiş, bir çok HES yapım aşamasında ve 27 HES projesi için lisans ve ön lisans verilmiş durumda. AKP iktidarı ortaya koyduğu maden ocakları, HES'ler, JES'ler, taş ocakları gibi projelerle ülkenin flora ve faunasına  çok büyük zarar veriyor. AKP iktidara geldiği günden bu yana, bu topraklarda şahit olunan ekolojik yıkım eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Köylüler topraklarını, ormanlarını korumak için nöbet tutmak durumunda kalıyorlar. Tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar, denizler, göller, nehirler ve hatta korunan alanlar bile yok ediliyor. AKP'nin Türkiye’nin dört bir yanındaki mega projeleri, madenleri, termik santralleri geri dönülemez bir yıkıma yol açtı ve açmaya devam ediyor. Sen böyle balık olmaya devam edersen bir oltanın yemine sonunda av olursun! Nokta.