Ben ailenin ikinci kızı olarak doğduğumda babam o kadar mutlu olmuş ki Bornova çarşısında davul zurna çaldırmış lokum dağıtmış.

Yani birinci kızdı ikinci erkek olsun gibi bir hissi ve derdi hiç olmamış.
Ama yine de bana biraz erkek çocuğu muamelesi yaptığını söylemeliyim.
Mesela bana bir kere bile Öncel diye seslenmemiştir.
Benim adım “ufak”tı.  Eşek kadardım yine de bana “ufak” diye seslenirdi.
Bir de “ulen” var.
Mesela lisede yedi zayıf getirdiğimde saymaya başladı...  7 tane 2 ve 1’i sayarken ortasında “Ooo ulen bitmiyor ya bunlar” demişti. (Okuldan nefret eden her tür saçma sapan kurala ve baskıya direnen baş belası bir öğrenciydim.)
Ya da belime kadar sapsarı kaynak saç  yaptırdığımda bütün arkadaşlarım, bütün ailem nefret etmişken o beni görür görmez “Ulen çok güzel olmuşsun ya” demişti.
O korkunç saçlarımdan doğal olarak nefret eden annem de “Tabii zaten senin baban frapan kadın sever” deyip lafı geçirmişti.
Frapan...
Artık pek kullanılmıyor galiba bu kelime...  (İlgi çeken alımlı göz alıcı demek.)
Benim o berbat saçlarımı bir tek babam sevmişti ama dediğim gibi iltifata başlarken bile bana “ulen” demişti.
Bana bir şey söylerken ulen diye başlaması keyfinin yerinde olduğunun göstergesiydi ki keyfi çok nadir yerinde olurdu.

*

Babam her ne kadar doğduğumda kız olmama sevinse de birazcık erkek çocuğu yerine koymasının bir göstergesi de beni Altay maçlarına götürmesiydi.
Rıza’cığım  Büyük Altaylıydı.
Mahallede maça gidecek arkadaşlarıyla toplanırlardı ve annem bize minder verirdi.
 Çünkü o zaman nerede şimdiki gibi stadlar.
Beton merdivenlere minderlerimizi alır giderdik.
Ve babam maçta beni omzuna çıkarırdı.
Bir bacağı ve bir kolu çocuk felcinden dolayı daha güçsüz olmasına rağmen babamın beni omzuna çıkarıp eğlendiği tek zaman Altay maçlarıydı.
Fakat haftasonlarımızın evdeki havası da yine Altay’ın maç sonucuna bağlıydı. Yenerse keyiflenir yenilirse öfkesine öfke eklenirdi.

*

Hanri Benazus adını ise ilk kez artık babamın Altay maçlarını sadece televizyondan takip ettiği ergenlik yıllarımda duymuştum.
Bay Hanri diye söz ederdi ve Altay’ın başkanı olmasından çok mutluydu.
Ayrıntı asla hatırlamıyorum sadece babamın Bay Hanri  diye bahsetmesi ve çok sevmesini saygı duymasını hatırlıyorum.

*

Sonra yıllar yıllar geçti ben muhabir oldum Hanri Benazus ile ilgili olumsuz haberler gelmeye, maşetlere taşınmaya başladı.
İflas ettiği, eşini kaybettiği ve bir süre sonra huzur evine yerleştiği ile ilgili...
Yakından tanımadığım ama çocukluğumdan hafızamda kalan bu isimle ilgili haberlere üzülmüştüm doğrusu.
Çok ama çok uzun yıllar geçti, Ben muhabirlikten köşe yazarlığına  geçtim.
Bir gün gazetedeki odamda telefonum çaldı.
Karşıdaki ses dedi ki “Ben Hanri Benazus nasılsın evladım?”
Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum.
İflas etmesi huzur evinde olması bir şey değiştirmiyordu o benim için bir İzmir efsanesiydi.
“Gazeteye ziyaretine gelmek istiyorum” dedi ve geldi.

*
Yanında yazdığı kitapları vardı.
“Değerli kızıma” diye imzaladığı kitapları.
O zamanlar beni yazı işlerinden sürmüş,  spor servisine yollamışlardı. Yani odam spor servisi katındaydı.
Ne de olsa mesleğe Fotospor’da başlamıştım ve o kattaki hemen herkesi o yıllardan tanyordum.
Size ne işe yarayacağını bilmediğim bir bilgi vereyim, her gazetenin en şamata, en makara en renkli (aynı zamanda en küfürlü) katı spor servisidir.
O yüzden beni o zamanlar yazı işlerinden sürdü zannedip sevinenlere minnet borçluyum. Meslek hayatımın en eğlenceli yıllarını o odada yaşadım.
Neyse...
Bay Hanri’yi benim odamda gören spor servisindeki arkadaşlarım kendilerinden hiç beklenmedik bir efendilikle yanına gelip selam verdiler, muhabbete dahil oldular. Ki benim de onlardan kalır yanım yoktu.
O’nun asil, sakin tavrına duruşuna ister istemez ayak uydurmuştuk.

*

2007’de Mevlana Felsefesi isimli kitabını getirdiğinde çok şaşırdım çünkü ben de koluma semazen dövmesini yeni yaptırmıştım.
Aaa dedim ne büyük tesadüf.
Tesadüf değil evladım ben boşuna sana kızım demiyorum dedi ve bana kitabını uzattı.
Aynen şöyle imzalamıştı: “Değerli Has Kızım Öncel Öziçer’e...”

*

Onun eşsiz sohbetine eşlik ettiğim için gurur duyuyorum.
Benimle paylaştığı çok özel çok kişisel kırgınlıkları ve sırları hala bende...
Ve kendisini son gördüğümde ise bana hayatımda aldığım en değerli hediyeyi verdi.
O çok özel, hiçbir yerde yayınlanmamış Atatürk fotoğrafları sergisinden iki çerçeveli  parça...
O gün iyi ki kendisine ilk ve son kez sımsıkı sarılmışım. İki fotoğraf da evimin baş köşesinde...

*

Bende yeriniz çok başka Bay Hanri.
Sizin cümlelerinizle bu yazıyı bitirmek isterim.
“Ölüm bir son bir ayrılık değil bir kavuşmadır ve insan “öldüğü” zaman Tanrı’dan bir parça bir yansıma olmaya devam edecektir.”