“Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.

Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;

Bayramlar seyranlar mı dersin,

Şenlikler cümbüşler mi?

Gelin alayları, teller, duvaklar, 

Donanmalar mı?”

Bir kısır döngüye girdik gidiyoruz. Ayımız haftaya, haftamız güne göndü. Eskiden ay başını beklerdik, şimdi yıl başını bekliyoruz. Dar alanda kısa paslaşmalara dönen hayatımız için kontra atak beklerken, yine birleri bizim yerimize talepler sunuyor, birileri bizim olmayan talepleri lütuf edip değerlendiriyor.

***

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), verilerine göre Türkiye’de ortalama insan ömrü 70.8 yani ezkaza başınıza bir hal gelmezse, yetmiş yıl kadar yaşıyorsunuz. Bu yetmiş yılın, otuz yılını kayıtlı kürekli olarak çalışıyor. Gençliğimizde, ek işlerle, ya da tarlada çalıştığımız kayıtsız yılları sayarsak ortala 46 yıl çalışıyoruz. Yani ömrümüzün yarısından fazlasını ertesi gün işe gitmek için çalışarak geçiriyoruz.

Öyle az uz da değiliz.

Yine TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusun yüzde 72’si ücretli çalışan ve DİSK-AR’ın verine göre, tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü olarak asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında bir ücret elden ediyoruz.

Yani asgari ücret sadece asgari ücretliyi ilgilendirmiyor. Asgari ücret, ücretli çalışanların tüm yaşamını asgari koşullara endeksliyor. İktisadi olarak yemek, içmek ve işe gitmek dışında yaşam elimizden alınıyor.

***

Milyonlarca insanın hayatına dair en temel rakamı yasa gereği işçi, patron ve hükümetten beşer temsilci olmak üzere 15 kişiden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu belirliyor. Milyonlarca işçinin hakkını en fazla üyeye sahip konfederasyon olduğu için Türk-İş’ten 5 kişi temsil ediyor.

Daha komisyonun diğer üyeleri ağzını açmadan Türk-İş, masaya 7 bin 785 lira ile oturacağını açıklıyor. (Aynı Türk-İş kendi araştırma verilerinde bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyetini 9.705 TL açıklamıştı.)

***

Anlaşılan o ki masada bizden yana kimse yok. Türk-İş’e göre bir insanın yaşaması için açlık sınırı yeterli. Köle olmasın, çalışsın ve bir ücret alsın ama aldığı ücretle ne alabildiğinin bir önemi yok.

Belli ki Türk-İş temsilcisi hali hazırda eline tutuşturulmuş bir senaryoyu oynuyor. Bu öneriyi yaparken işçileri değil patronu ve onun iktidardaki temsilcilerini düşünüyor. Zaten asıl mesele de bu, biz her sene bu tantanayı, ‘biz nasıl asgari koşullarda yaşarız, patron nasıl asgari zarar eder’ diye yapıyoruz.

***

Yine de dönüp dolaşıp ‘asgari ücretin ne olacağını’ tartışıyoruz. Ama bu asgari yaşam dayatmasından nasıl sıyrılacağımızı tartışmıyoruz. Her yıl görüşmelerde yaşanan rezilliklere ve işçinin hiçe saymasına kızıyoruz ama Türk-İş gerçekten işçinin emekçinin hakkını savunmak istese bile, tüm iş kollarında sendikalaşma oranı sadece yüzde 14,32 …   yani Türk-İş’in masaya otururken elinde sadece bu kadarcık bir koz var.  

Döndük başa, yazının başında alıntıladığım şiir Orhan Veli’nin ‘Hürriyete doğru’ şiiri ve devamında;

“Heeey

Ne duruyorsun be, at kendini denize:

Geride bekliyenin varmış, aldırma;

Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;

Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;

Git gidebildiğin yere... “ diyor.

Velhasıl kelam, bu yıl bizim kısa paslaşmalar yine kontra atağa dönmeyecek, ne verseler yetmeyecek belli.

Gelin, artık şu işi nasıl yaparız tartışalım, sendikaları büyütmeyi, sahip çıkmayı ve şimdi ki gibi gerektiğine denetlemeyi konuşalım. Bu sayede asgari yaşamı aşar belki balık oluruz, su oluruz, gideriz gidebildiğimiz yere…