Modern Türkiye Cumhuriyeti asıl olarak 1919-1925 yılları arasında şekillendi dersek çok büyük hata yapmış olmayız. Yıkılan imparatorluktan geriye kalan sosyal ve kültürel kesimler bu süre zarfında , yeni cumhuriyetin kaderini belirlemek için birbirleriyle kıyasıya bir mücadele içine girdiler. Türkçüler, Batıcılar, azınlıklar, İslamcılar, Kürtler, Sosyalistler bu süreçte iktidar mücadelesine giren kesimlerden bazıları. Bu iktidar mücadelesinin Mustafa Kemal önderliğindeki ekip tarafından kazanıldığı, kalanların bazılarının sisteme dahil edilip bazılarının ise tasfiye edildiği herkesin malumu. 

Bir köşe yazısının sınırlarını hayli aşacağı için bu dönemin analizini yapmak gibi bir niyetim yok. Sadece o dönemde sosyalistlerin içinde bulundukları durumdan bugüne dair bazı dersler çıkarılabileceğini düşünüyorum. Kısaca o dönemi hatırlarsak, kurtuluş ve dolayısıyla “kuruluş” mücadelesinin başladığı 1919 yılı ve sonrası sosyalizmin prestijinin tüm dünyayı ve özellikle Anadolu’yu sardığı yıllar. Zaten 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen sosyalist devrimin hemen yanı başında kurtuluş mücadelesi veren bir halkı etkilememesi düşünülemezdi.

1920 yılında Bakü’de kurulan TKP, 1.TBMM’de kurulan Bolşevik grup (bünyesinden ilk İçişleri Bakanlarından Dr. Nazım Resmor’u seçtirecek kadar 1.mecliste etkilidir bu grup),İslami sosyalizm çizgisindeki Yeşil ordu ve Çerkez Ethem grubu bu dönemde Anadolu’daki sosyalist hareketin öne çıkan bileşenleri. Bunların dışında Kars, Kastamonu gibi yerlerde kurulan Sovyet tipi halk örgütlemelerine benzeyen “şuralar” halk arasından da sosyalizme duyulan ilginin en somut göstergeleri .

Peki ne oldu da nesnel koşullar bu kadar uygunken, Sosyalistler kurulan bu yeni Cumhuriyet’e renklerini veremediler. Ve sonuç olarak etkisi bugüne kadar süren, emeğin ve emekçinin sudan ucuz olduğu, emekçilerin söz ve karar hakkının olmadığı, sosyal demokrasinin bile kurumsallaşmadığı bir cumhuriyet kuruldu. 

Burada birçok neden sayılabilir elbette. Ama bence en önemli ve bugünümüze de ışık tutan nedenlerden birisi  yukarıda saydığımız sosyalist odakların eşgüdüm halinde bir cephe olarak hareket edememeleridir. Bırakalım farklı sosyalist odakların birlikte hareket etmesini, ülkedeki en önemli sosyalist yapı olan ve Komintern’e bağlı TKP, Mustafa Suphilerin katledilmesinden sonra kendi içinde bile bir birlik sağlayamamıştır. Ülkenin kaderinin belirlendiği 1920-1925 arası yılları TKP iç tartışmalarla geçirmiştir.

Özellikle geçtiğimiz hafta basına yansıyan 3.ittifak tartışmaları bana o dönemi anımsattı. Tarihin bir cilvesi olarak 100 yıl sonra ülkemiz yeniden benzer bir durumun içinde. Çöken bir iktidar karşısında yeninin nasıl kurulacağına dair sağdan ve soldan tartışmalar devam ediyor. Ve bu süreçte doğru bir şekilde hareket eden kesimler Cumhuriyet’in yeni yüz yılının nasıl olacağını da belirleme gücünü elinde bulunduruyorlar. Bu yüzden sosyalistler 100 yıl önce yapılan hataları tekrar yapmamak sorumluluğuyla karşı karşıyalar. Elbette her partinin, her sendikanın bu döneme dair farklı fikirleri ve yaklaşımları vardır. Bunların hepsinin değerli ve önemli olduğu muhakkak. Ancak  sosyalistlerin kendi aralarındaki farklılıkları değil ortaklıkları öne çıkararak biraraya geldiklerinde sağladıkları başarılı örnekler, hem Dünya hem de Türkiye tarihinde oldukça fazla. 

Bugüne kadar hiç olmadığı kadar toplumun yüzü sosyalistlere dönmüş durumda. Toplumdaki kararsızların oranının bu kadar yüksek olmasının nedenlerinin başında halkın sistem partilerine olan güvensizliği geliyor. Her iki burjuva ittifakına da halk artık güvenmiyor. Sokaktaki gençlere, kadınlara, işçilere kulak verdiğimizde dile getirdikleri taleplerin ancak sosyalizmle gerçekleşebileceğini onlara anlatmak ve güven vermek ise sosyalist partilerin görevi. Bu güveni verebilmenin de ilk koşulu halkın karşısına programı ve  eylem planıyla bir iktidar alternatifi olabilecek bir ittifakla çıkmak. Böyle bir ittifak elbette sadece bir seçim ittifakı olmayacak. Ancak seçimleri de önemsizleştirmeden barınamayan öğrencilerin, İzmir’de meydanları dolduran işçilerin, yeniden balkonlarından tencere tava çalmaya başlayan emekçilerin, 25 Kasım’da meydanları doldurmaya hazırlanan kadınların, halen dilini özgürce konuşamayan Kürtlerin ve bu sistemden mağdur olan tüm ezilenlerin sesini örgütleyecek bir ittifak artık bir an önce kurulmalıdır. 100 yıl önce yapılan hataların bedelini hala ödüyoruz. Bir 100 yıl daha bedel ödememek için herkes üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.