“Anneciğim, kan damlacığım tatlı ruhum benim, şunu bil ki, herkes birbirine karşı her bakımdan suçludur.” demektedir Karamazov Kardeşler’de Dostoyevski.

Hukuk sistemleri, sistemler, en az binlerce adım gerisindedir hukuk felsefesinin. İnsanlığın birbiri ile hak ilişkilerini tartışmasına daha yüzyıllar var diye bir iyimserlik içindeyim.

Ne var ki sistemler kurulmuştur ve adaletin kör kılıcı tüm dünyada olduğu gibi ülkemde de sallanmaktadır diyecek oluyor da insan, diyemiyor, bir kılıcın sallandığından bilmekten başka bir hayal de canlanmıyor gözünün önünde.

Bazen bir kör kılıca razıyken bile.

Ne güzeldir altmış yetmiş yıllık bir ömürde belli kaygılardan uzak yaşamak; gelecek kaygısından emeklilik kaygısından, bir evim olsun kaygısından, çocukların geleceği kaygısından uzak kalabilmek.

En azından bir emekli maaşım var diyebilmek mesela.

Ne güzeldir başını sokabilecek bir ev, gidebilecek bir hastane, okul olduğunu bilmek.

Elden ayaktan düşersen sığınabileceğin bir yerin olduğunu bilmek.

Çocuklarının tüm dünyayı olmasa da büyük bir bölümünü gezip göreceğini bilmek.

Hakların falan olduğunu düşünmek, mesela bağırmak gibi bir hakkının olması, mesela yürümek gibi, itiraz edebilmek, hakkını arayabilmek gibi.

Bir de sorgusuz sualsiz evinden alıp götürülmeyeceğini bilmek, sokakta resmi bir copun kafanın ortasında patlamayacağından emin olmak.

Hadi oldu diyelim, kaç bin yıllık insan düşüncesinin ancak bu kadar yapabildiği devlet denilen aygıt bir hata mı yaptı, en azından hata yapanlar kadar yetkili ve bilgili bir adamın seni savunabileceğini bilmek.

Ortalama bir hayatın ortalama bir ömrü bu şekilde dünyanın bir kısmında.

Peki, ortalama bir hayatın, ortalama bir ömre sığdırabileceğinden bile daha az düşerse payına?

"Mücadele yüceltir, alçaltmaz."[1]

Veya hukukçular neden yürümek zorundadır?

Hukukçu olmak, bir meslek değil, bir bakış, bir yöntem. Avukatlık, yargıçlık bir meslek. Yürüyen bir meslek değil, bir bakış açısıdır.

Diğer tüm toplumsal gruplara oranla hukukçular, tüm toplumsal olayların tam göbeğinde olmalarına karşın, hukuk ve meslekleri ile ilgili konularda, toplantı ve gösteri haklarını belki de en az kullanan gruplardan biridir.

İster adalet inancı diyelim, ister sistemde oluşan hatanın bir şekilde ikna yoluyla değişebileceğine ilişkin mesleki deneyim, ister temel yasalarda tanımlanmış hak ve özgürlüklerin verdiği güvence, belki hukuksuzluğun ortaya çıkaracağı mücadeleye yönelik sistemin tepki sürecinde sistemin hukuka uygun davranma yükümlüğünü ona hatırlatma görevinin bilinçaltına işlemiş olması olsun ve başkaca birçok sebep, hukukçunun meslek örgütleri ile bir eyleme geçmesine ilişkin çokça örnek ortaya koymamıştır.

Bugün Barolar; devletin hukuku değil hukuk devleti için, yasa devleti değil hukuk için, hak ve özgürlükler için yürüdüler.

Barolar, avukatlık mesleğinin hukuk ve adalete ilişkin kazanımlarının zarar görmemesi için kendilerine bırakılan tek yoldan yürümek zorundalar ve yürüyecekler.

Barolar, suç tanımlamadan ceza koyan hukuksuzluğa karşı yürüyorlar.

Meslek olarak değil bir bakış açısı olarak yürüyorlar.

Barolar halk ve hukuk için yürüyorlar.

***

Devlet işlerini gizli saklı biçimde çekip çevirebilenler devleti bütünüyle ellerine geçirirler; savaşta düşmana tuzak kurar gibi, barışta yurttaşlara tuzak kurarlar. Sessiz kalmanın çoğu zaman devlete yararlı olduğunu kimse inkâr edemez; ama gizlilik olmazsa devletin var olamayacağını da kimse kanıtlayamayacaktır. Birisine kayıtsız şartsız kamusal işleri teslim etmek, sonra da özgürlüğü koruyabilmek imkansızdır ve önemsiz bir kötülüğü çok büyük bir kötülükle engellemek istemek deliliktir. …Bunlar bir yarar bahanesi ile sarılıp sarmalandıkça da, toplum giderek daha tehlikeli biçimde köleliğe yönelir.[2]

***

Savunma susmadı, susmayacak, susmasın da, savunma da susarsa?

 

[1] Kumarbaz, Dostoyevski

[2] Benedictus Spinoza Traite Politique, Spinoza Hukukçuya Ne Söyler? Yayınevi: Türk İdari Araştırmalar Vakfı