Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksine göre, Türkiye 180 ülke içinde 154’üncü sırada yer almaktadır.[1] Türkiye 2002 yılında 134 ülke içinde 99’uncu sıradayken, 2006 yılında 160 ülke içinde 98’inci sıraya yerleşiyor, 2017 yılında ise 180 ülke içinde 155’inci sırada yer alıyor.[2]

Freedom House(Özgürlük Evi)’nin 1941 yılından beri düzenlediği rapora göre Türkiye Basın Özgürlüğü puanı ise 2002-2013 yılları arasında “kısmen özgür” olarak ortaya çıkarken 2014-2016 arasında “özgür değil” şeklinde değerlendiriliyor.[3]

Yine Türkiye Gazeteciler Sendikasının 2019-2020 raporunda ise son bir yılda toplam 103 gazetecinin 108 kez gözaltına alındığı ve 85 gazetecinin hala hapiste olduğu belirtiliyor.[4]

Söz konusu raporlara bakmadan da Türkiye’de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüklerine ilişkin engel ve yasaklarla beraber basın özgürlüğünün de ortadan kaldırıldığı, medya tekelleşmelerinin yaşandığı ve tekellerin yönetenler etrafında kümeleştiği, geri kalanların ise ulusal veya yerel anlamda ayakta kalmaya çalışan objektif veya muhalif basın işlevini büyük zorluklarla yerine getirmeye çalıştığı rahatlıkla gözlemlenebilir. Basın özgürlüğü karnesi, şimdiye değin de pek parlak olmayan, gazetecilerin öldürüldüğü, hapsedildiği bir ortamın daha da geriye gidebiliyor olmasının şokunu atlatmaya çalışıp neler yapılabileceği konusunda ortak fikirler yaratmanın vakti geldi de geçiyor.

Basın özgürlüğünün oluşmasının tek bir parametresi yok; birçok parametrenin yan yana gelmesi gerekiyor; ekonomik özgürlük, otoriteden bağımsızlık, haber toplayabilme hakkı, ifade özgürlüğü, objektiflik gibi birçok unsuru da içinde barındırmak zorunda.

Bu doğrultuda basının kaybetmek zorunda bırakıldığı veya çok zor koşullarda ayakta tutmak zorunda olduğu özgürlüğü kazandırmak için neler yapılmalı?

Aslında bu soruya geçmeden önce basın özgürlüğünün, zor koşullar altında bile yaşanabilecek sınırlandırılmış bir özgürlüğün bile toplumsal değişimde çok önemli bir role sahip olacağını bilmek gerekiyor: Toplumda ne kadar çok kişi konuşursa, konuşacak cesareti olmayanların dahi cesareti yerine gelebileceğinin farkında olmak, en azından toplum adına konuşanların, toplum adına muhalefet yapanların, iktidar popülizminin kuyruğuna takılarak (Boğaziçi örneğinde olduğu gibi) oy devşirme politikasını bir yana bırakarak gerçek ve doğru haber kaynağına ulaşıp toplumsal kavrayışa bir argüman sunabilmeleri gibi birçok değişimin bu yolla sağlanabileceğini bilmek veya öğrenmek önemli.

Birleşmiş Milletlerin 2008 yılında değerlendirdiği temel ilkelere ilişkin bir tespit, İnci Tarı tarafından hazırlanan “Ekonomik Gelişmişlik Düzeyi İle Basın Özgürlüğü Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma” isimli makalede şu şekilde ele alınmıştır: “Birleşmiş̧ Milletlerin 2007 yılında yaptığı Basın Özgürlüğü ve Kalkınma adlı çalışmaya göre basının özgür olabilmesi için bağımsız ve çok sesli olması gerekmektedir. Bağımsızlıktan kasıt haberin üretimi ve yayılımı için gerekli kaynakların her türlü̈ resmi, politik ve ekonomik kontrolden uzak olması; çok seslilikten kasıt ise medya tekelleri olmaması, mümkün olduğunca çok sayıda gazete ve derginin mümkün olduğunca çeşitli görüşteki farklı yayıncılarca yayınlanmasıdır. Bu noktada bir ülkede basın özgürlüğünde bahsedilebilmesi için bilginin erişilebilirliği ve şeffaflığı sağlanmalı, gazeteciler mesleklerini serbestçe icra edebilmelidirler (UNESCO, 2008).[5]

Mevcut durumda, basın özgürlüğünün biraz olsun sağlanabilmesi için toplumdaki muhalefetin basını desteklemesi gerektiği açıktır. Ancak, bu desteğin sağlanmasına ilişkin temel ilke; kendi basınını yaratmak değil özgür basını yaratmak üzerine kurulmalıdır. Kendi basınını yaratmanın, sonuçları ortadadır, hatta tek bir sonucu vardır; aynı cümleleri bile bir araya gelip üretmekten aciz, başlığı bile yönetenden isteyen, ifade özgürlüğü sınırlandırılmış bile olmayan, ifade ve özgürlük kavramlarından bihaber yetisizlik halidir. Bu durumun karşısına çıkartılacak olgu ise gerçekten özgürlük olmalıdır, üç günlük yönetme hırsından ari, bir ülkeye bırakılabilecek bir özgürlük mirası olarak algılanmak zorunda olan katışıksız, gerektiğinde ve gerekmediğinde kendi desteğini de korkusuzca eleştirebilecek ve bundan memnuniyet duyulacak bir özgürlüğün yaratılması hedeflenmelidir.

Türkiye’de farklı düşünenlerin umutlarının buluşma noktaları her geçen gün merkezi yönetimden uzaklaşan, çokça yerelleşen bir duruma gelmiştir. Belki de ülke insanı sosyolojik evrimini bu şekilde tamamlayacaktır. Ne var ki, bu durum kocaman bir merkezi yönetim anlayışının karşısında, oluşumları, bütçeleri, insan kaynakları ve bağlayıcılığı tartışılmaz ancak sadece yerel yönetimlere uygulanan hukuk kuralları ile yerel yönetimleri çok ciddi bir yükün altına sokmaktadır.

Yerel yönetimin, çokça merkezi idareyi ilgilendiren sorunların altında bırakmak, elbette ki yerel yönetimlere biraz haksızlıktır ama diğer tarafı ile yerel yönetimlerin belki her sorunu değil de bazı temel ilke ve yaklaşımları çözüme ulaştırması veya çözüme ulaştırmak için çaba sarf etmesi de biraz umuttur, biraz yaşama sevincidir.

İzmir yerelinde, son günlerde yaşanan ilan gelirlerine ilişkin tartışmanın da belki bu bakış açıları ile birlikte akla gelebilecek diğer tüm bakış açılarının ekseninde tartışılmasında fayda vardır. Basının hem özgür kalabilmek hem de yaşayabilmek amacı ile verdiği zorlu mücadelenin her gününde bu türden tartışmaların olması kaçınılmazdır.

Bu tartışmaların dışına çıkmayı sağlayacak bir model mümkün müdür?

Bu soruya yanıt vermeden önce Basın İlan Kurumunun bazı verilerinin değerlendirilmesine gerek var diye düşünmekteyim; Basın İlan Kurumunun sayfasındaki verilere göre; (BİK), resmi ilan yayınlama hakkını haiz süreli yayınların asgari kadrolarında yer alan fikir isçilerine ilişkin olarak il düzeyinde hazırladığı 2020 yılı istatistiklerine göre Türkiye genelinde resmi ilan yayınlama hakkına haiz 1051 gazete bulunduğu, basın kartı sahibi olarak istihdam edilenlerin sayısının 3108 olduğu, toplam 7204 kişi çalıştığı, iletişim fakültesi mezun sayısının 1018 olduğu, İzmir’de gazete sayısının 15, fikir işçisi sayısının 211 olduğu belirtilmektedir. [6]İstatistikler, istihdamın gazete başı neredeyse 7 kişi olduğunu göstermektedir, İzmir yerelinde bu sayıların çok üstünde istihdam sağlayan gazetelerin varlığı da diğer dikkate alınması gereken bir olgudur.

İstatistiklerden, İzmir içinde birçok yayın organının Basın İlan Kurumu kapsamında yer almadığı, yer alanların ise ülke genelindeki duruma göre sınırlı biçimde devletin sağlamış olduğu kamu kaynağından ne kadar faydalandığına ilişkin bir bilgi edinilememiştir. Ne var ki basın, basın ilan gelirlerine ilişkin dağılımın gayet farkındadır.

Bu eşitsizlik içinde, yerel yönetimlerin bir fonksiyonu olabilir mi, olmalı mı, olursa nasıl bir model geliştirilebilir sorularının tam bu sırada sorulmasında fayda vardır.

Yazmış olduğum bu metnin bir bilimsel makale değil de olsa olsa bir öneri yazısı olabileceğinden hareketle kişisel görüşlerimle meseleye bakışımı şu şekilde özetleyebilirim:

Öncelikle, basının merkezi anlamda özgürleşmesinin kısa vadede pek mümkün olmadığı, yerel basının ulusal basına dönüşmesiyle ve yapacağı objektif habercilik anlayışı ile meşruluk kazanacağı, ulusal basına dönüşmeyen yerel basının ise yereldeki dönüşümde önemli katkı sağlayacağını düşünenlerdenim.

Böylesi bir durumda, yerel basının kendi ayakları üzerinde durabileceği zamana kadar belki de daha sonrasında basının özgürleşmesindeki en temel engellerden biri olan ekonomik sorunların çözülebilmesi için yerel yönetimlerin belirli bir politika geliştirmesi gerektiği ortadadır.

Ancak geliştirilecek politikaların, özgürlük ve denkleştirici adalet bağlamında yer alması da diğer bir gerekliliktir.

Bu doğrultuda, belki de İzmir’in yeşerteceği bir çalışma olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi koordinasyonunda şunlar yapılabilir:

  • Basın ve iletişime ilişkin kamu kaynaklarının basın alanında nasıl değerlendirilebileceğini belirlemek, bu anlamda basın özgürlüğü ve belediyelerin hukuki düzenleri ile çelişmeyecek şekilde bir politikanın nasıl oluşturulması tespit etmek amacı ile dar katılımlı bir çalışma grubu oluşturmak veya bir çalıştay ile buna benzer model ve sistemlerin üzerinde çalışmak, uygulanmış örnekleri tartışmaya açmak,
  • Bu gurubun kısa vadede bir ilke ve model çalışması yapmasının sonrasında istihdam, özgürlük, bağımsızlık, cezai yaptırım gibi birçok endeksin içinde bulunduğu bir skala ve ilkeler bütünü oluşturmak,
  • Bu modelleme ekseninde dağılımın yapılmasındaki ilkelerin oluşturulmasını sağlamak, uygulama alanlarını tartışmak,
  • Yerel yönetimin takdirinde kalan kamusal kaynağın bu anlamda kullanılmasını amaçlayan bir deklarasyon veya bir açıklama ile öneriler listesi sunmak,
  • Orta vadede basının özgürleşmesi, yaygınlaşması ve çok sesli olmasını sağlamak amacı ile yapılacak proje, kampanya ve benzeri yaygın çalışmaları örgütlemek veya örgütlenmesinde yardımcı olmak,
  • Uzun vadede ise sürecin yönetimi ve denetlenmesini sağlayacak bir standart oluşturmayı amaçlayan bir çalışma süreci düşünülebilir.

Böylece, “Özgür Bir Basın Mümkün” anlayışı ile yola çıkan, kurumları ve kişileri sonu gelmez tartışmalardan kurtaran, sübjektif değil de objektif müdahaleyi yapan bir İzmir Modeli oluşturulabilir.

Yeni bir yol bulmanın veya yeni bir yol açmanın yöntemi olabilir.