“Çocuklar! Bakın, Müftü Efendi Hazretleri geçiyor. Böyle yaramazlık yapmaya devam ederseniz sizi ona şikâyet edeceğim”

Rahmetli annem, Şereflikoçhisar’daki çocukluğundan söz açıldığında birkaç kez bu anısını anlatmıştı. “Adam o kadar düzgün, mütevazi, efendi bir kişiliğe sahipti ki ona şikâyet edilmek ve mahcup olmaktan çok korkardık” derdi annem.

Bundan yaklaşık seksen yıl kadar önce, bir Anadolu kasabasının dini liderini o zamanlar çocuk olan annemin böyle net ve olumlu bir şekilde hatırlaması beni çok etkilemiştir. Bu anı benim de zihnimde yer etmiştir. Ne zaman “Müftü” kelimesini duysam annemin bahsettiği o örnek insan ve din adamlarının toplum üzerinde olumlu izlenim bırakmasının önemi aklıma gelir. 

Geçen ayın sonuna doğru İzmir’de Müftülük kurumu ile ilgili olarak iki konu birkaç gün arayla gündeme geldi ve bunlar kurumu yıpratma potansiyeline sahip olduğu için üzerinde durulması gerekiyor. Bunlardan birincisinde, Adalet ve Kalkınma Partisi İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Hamza Dağ’ın seçim kampanyası sürecinde katıldığı bir toplantıda kendisine seçilmesi halinde Ensar Vakfı ve TÜGVA gibi kurumların etkisinin artıp artmayacağı, belediyenin tesislerinde içkiyi yasaklayıp yasaklamayacağı ya da buna benzer eylemlerle İzmir’deki diğer şehirlere göre daha serbest olan yaşam tarzına müdahale olup olmayacağı sorusu sorulmuştu. Dağ, soruya “Ben, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na talibim, İzmir İl Müftülüğüne talip değilim” diye yanıt vermişti.

Bu yanıt, ilk değerlendirmede, Dağ’ın, eğer belediye başkanı seçilirse, halkın yaşam tarzına müdahale etmeyeceğinin altını çizen güçlü bir retorik ve hatta esprili bir açıklama gibi görülse de aslında Müftülük Kurumu’nun İzmir’deki güvenilirliğini ve saygınlığını olumsuz yönde etkileyebilecek bir ifade. Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönetmeliği’nin 30. Maddesinde İl ve İlçe Müftülükleri’nin görevleri sayılmıştır ve bunların arasında özel olarak herhangi bir veya birkaç vakfı desteklemek veya içki yasağı getirmek ya da halkın yaşam tarzına müdahale anlamına gelecek eylemler yer almamaktadır. Hamza Dağ, ihtiyatlı, ölçülü, nezih bir kampanya yürütüyor olsa da kurumlar söz konusu olduğunda daha dikkatli açıklamalarda bulunması gerekir. 

Dağ’ın açıklamasından çok kısa bir süre sonra yine İzmir Müftülüğünü ilgilendiren, hatta Dağ’ın kampanyasını olumsuz etkileme potansiyeline sahip bir başka olay meydana geldi. Ulusal basına da yansıyan haberlerden İl Müftü Yardımcısı Oğuzhan Kadıoğlu’nun Menemen ayaklanmasına katıldığı için yargılanıp mahkûm olan bir kişiyi öven bir sosyal medya paylaşımında bulunduğu öğrenildi. Paylaşımda Menemen’de çocuklarla buluşulduğu ve buluşmanın bir Nakşibendi Şeyhi olan Esad Erbili huzurunda gerçekleştirildiği belirtiliyordu. Doğal olarak, bu haber çok tepki çekti. Bu durum bir mezar ziyareti ve Cumhuriyet’e karşı bir meydan okuma olarak değerlendirildi. Sonrasında Kadıoğlu’nun ilgili sosyal medya hesabındaki takipçilerini sınırladığı, daha sonra da paylaştığı mesajı hesabından sildiği öğrenildi.

Diğer taraftan, İzmir Valiliği tarafından yapılan 29 Şubat tarihli açıklamada ise bir türbe ziyaretinin gerçekleşmediği, buluşmanın gerçekleştiği Safa Camiinde, Diyanet İşleri Başkanlığınca projelendirilip, uygulamaya konulan “Gençliğe Değer Projesi” kapsamında, Menemen İlçe Müftülüğü tarafından iki yıldır gençlere/cami cemaatine yönelik, her cuma akşamı sohbet programı yapıldığı ifade edildi. 

Aslında, belki söylemeye bile gerek yok. Müftülük kurumu ve din adamlığı çok hassas yönleri olan meslekler. Hem din konusunun hassas bir konu olması hem de mesleğin kamu görevi olarak icra edilmesi bu görevlerde bulunanların çok itinalı hareket etmelerini gerektiriyor. Öncelikle, toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede olunması çok önemli. Çünkü herkes bu ülkenin vatandaşı ve devlet nezdinde hak ve ödevlere sahip. Herkes ödeme gücü ölçüsünde vergi veriyor, kanunlara uyuyor, askerlik görevini ifa ediyor vs. Buna karşın, yine herkes devletten kendilerine eşit davranmasını, duygu ve düşüncelerini ciddiye almasını bekliyor. Her şeyden önce, kamu görevlisi bir din adamı bir tarikat liderini övdüğü zaman diğer tarikatların üyelerini kırabilir, ya da tarikat örgütlenmesine tamamen karşı olanları kızdırabilir. Bu tür yanlı açıklamalar Müftülük kurumunun halk nezdinde taraflı olarak algılanmasına neden olabilir. Hele ki, övülen kişi devlete karşı ayaklanmaya karıştığı için mahkûm olan biriyse doğal olarak bu çok daha fazla tartışma, kırgınlık ve kızgınlık yaratır, sonuçları bir seçim kampanyasını olumsuz etkileme noktasına bile ulaşabilir. 

Diğer bir konu da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir sosyal medya politikası oluşturmasının gerekliliği. Oluşturulacak Sosyal Medya Politikası Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarının kişisel olarak ya da Başkanlık adına yaptıkları paylaşımlar için bir çerçeve belirlemelidir. Böyle bir politika çerçevesi sosyal medya kullanılırken daha sorumlu hareket edilmesini, kurumun amaçlarının gerçekleşmesine katkı sağlanmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın imaj ve güvenilirliğinin korunmasını hedeflemelidir. Politika metninin içinde hangi durumlarda bu politikanın ihlal edilmiş sayılacağı ve ihlaller karşısında hangi disiplin cezalarının verileceği de belirtilmelidir. 

Kurum yöneticileri, kurum çalışanları, politikacılar, medya ve vatandaşlar özellikle politik manipülasyonlarla Müftülük kurumunun yıpratılmaması için azami dikkat göstermelidir. Çünkü, devletin kurumları tüm vatandaşlara aittir ve ülkenin geleceğinin teminatıdır. Bu vesile ile okuyucularımızın Ramazan ayının sevgi, barış, huzur ve bolluk içinde geçmesini dilerim.