Gezi isyanının 7. yıldönümü dolayısıyla özellikle sosyal medyada ‘özlenen güzel günler’ ve kaybettiklerimiz yad ediliyor. Bu topraklarda yaşanan en önemli muhalefet hareketlerinden biri olan Gezi isyanı, siyasi iktidarla derdi olan her kesimden insanın sesini duyurmak için sokaklarda olduğu bir dönemdi. Tabii ki kapitalist-erkek egemen sistemin her daim hedefinde olan kadınlar ve Lgbti+’lar da…

    Şunu belirtmeden geçmek olmaz; Gezi’yi anarken de anlatırken de kadınların ve Lgbti+’ların varlığı, direnişleri göz ardı edilemez. Maalesef sol cenah bu konuda ‘körlük’ yaşayabiliyor.

    Kim ne demezse demesin, biz Gezi’deydik. Sadece İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de değil her şehirde, her alanda, her sokakta, her barikatın arkasında, her tomanın önündeydik. Mahallelerden de geldik, plazalardan da. Herhangi bir bağımsız kadın örgütünde ya da siyasi partide örgütlü olmayan kadınlar çoğunluktaydık.

   Hayatımızın her alanına hakim olan erkek şiddeti Gezi’de devlet eliyle uygulandı. Direndik. ‘Destan yazan’ polislerin sıktığı biber gazı karşısında vakurluğunu koruyan kırmızı elbiseli kadını unutmak mümkün mü? ‘Biber gazı cildi güzelleştiriyor!’ diyerek hepimiz kırmızılı kadın olmadık mı?  

   Gezi’de biz kadınlar çoktuk. Çünkü, ne giyeceğimizden, kaç çocuk doğuracağımıza, nasıl doğuracağımızdan kahkahamıza kadar müdahale etmeye, bizi ‘makbul kadın’ standartlarına çekmeye çalışan siyasi iktidara duyduğumuz öfkenin büyüklüğü itiraz ve direnişimizin gücünü belirledi.

   Kimimiz kırmızı fularımızla, kimimiz sapanımızla, kimimiz toma önünde ettiğimiz dansla, kimimiz başörtümüzle direndik. Tacize, tecavüze, kadına yönelik şiddete, kadın katliamlarına, nefret cinayetlerine karşı sesimizi çok daha gür çıkardık.

  Kimimiz elindeki ekmekleri paylaştı, kimimiz balkonlardan tencere tava çaldı, kimimiz barikattan biber gazı fişeğine cevap verdi, kimimiz yaralananlara pansuman yaptı, kimimiz gözaltına alınanları savundu, kimimiz direnişçilerine kapılarını açtı, kimilerimiz pencerelerden limon attı. Hepimiz her bir şeyin ve herkesin elinden tuttuk. Dedim ya, her kesimden kadın tüm farklılıklarımızla yan yana durmayı başardık. ‘Başörtülü bacııııımmmm’ diye kükreyenlerin ayrıştırıcı dilini Gezi’ye sokmadık. ‘Kadın kadının yurdudur’u her dilde yaşadık.

  ‘Kimsenin askeri değiliz!’ diyerek militarizme, ‘Küfürle değil, inadınla diren!’ diyerek de cinsiyetçi, homofobik ve transfobik dile itiraz ettik. Çok iyi hatırlıyorum, İzmir’de, kadınlar olarak bununla ilgili bir eylem yapmıştık. Önce sokak sokak gezip, sonra da kürsüye çıkıp küfrün direniş dili olamayacağını anlatmıştık.

  Gezi Parkı’nda başta olmak üzere her yerde yaşam alanlarımızın düzenlenmesi, ihtiyaçların giderilmesi, güvenliğin sağlanması gibi konularda cinsiyetçi iş bölümünü reddettik. Hiyerarşiyi değil dayanışmayı esas aldık. İhtiyacımız kadarını esnaftan temin ederek tükettik.

  Gökkuşağının çocukları da ordaydı. Örgütlü Lgbti+’lar başından itibaren Gezi’deydiler. Örgütsüz olanlar Lgbti+ örgütleriyle temas ettiler. Örgütlendiler. Tüm kitlesel eylemlerde olabildiğince güçlü katılım göstermeye çalışan ama Onur yürüyüşlerinden uzak duran sol/sosyalist örgütler, gökkuşağı direnişçileri ile temas ettiler. Homofobik ve transfobik dilleriyle yüzleştiler.

  Gezi’den bu yana işler daha kötüye gitti. Ama ne kavgamız bitti ne de sevdamız! Gezi’nin meşhur sloganı bizim için geçerli değildi bence; kadınlar, Lgbti+’lar olarak mücadelemiz çok önceden başlamıştı. Devam da ediyor! Edecek de!