İnternette, bir edebiyat sitesinde gördüm: “Yazarın Odası” başlıklı bir söyleşi dizisi. Site adına yazarın yakınına yazarın nasıl bir ortamda yazıp çizdiğini, neleri okuduğunu filan soruyor. Son olarak da “Yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?” diyor.

Şimdi bakalım mı ne demekmiş ritüel? Sözlük şöyle diyor: “Ritüel, insanların kutsal kabul ettikleri davranış biçimleridir. Bu davranışlar, belli aralıklarla tekrarlanır. Ve bu sayede insanlar daha huzurlu, güvenli bir yaşama sahip olacaklarını düşünürler. Ritüellerin hedefi bolluk ve bereket, sağlık, uzun ömür gibi kavramlardır.”

Site sözcüsünün aslında sormak istediği şey, yazarın genellikle değişmeyen alışkanlıkları… Sözgelimi, kimisi yazıya oturmazdan önce birkaç fincan kahve içer, kimisi ille de klasik müzik dinler, bir başkası da eşofmanlarını giyip yürüyüşe çıkar. Fakat bunların hiçbiri “ritüel” değildir, bunu bir yana koyalım.

Konumuz bu değil, herkese Türkçe öğretecek değiliz. Fakat benim o sorulara verilen yanıtların hemen birçoğunda dikkatimi çeken, yazıp çizen bu zevatın epey rahat koşullarda çalıştıkları gerçeği. Birçoğunun çalışma odası var. Odasında masası, masasında lambası, yanında yöresinde kitaplığı, penceresinde manzarası, arada bir çayını kahvesini getiren “kanka”sı…

Gözü olanın gözü çıksın, çıksın da… Benim hiç böyle bir lüksüm olmadı. Kim bilir, belki yüzlercesinin de olmamıştır. Orhan Veli’nin bir şiirinde dediği gibi, “Bırakmıyor geçim derdi”. O geçim derdi bizi de bırakmadı. Üç satır bir şeyler yazabildiysek hep o koşuşturmanın az buçuk fırsat verdiği zamanlarda yazdık. Hele 40 Kuşağı! Aziz Nesin’den S. Ali’ye, Nâzım’dan Hasan İ. Dinamo’ya, Hasan Hüseyin’e, A. Kadir’e… Hepsi, hepsi hapishanelerin soğuk duvarları arasında yazdılar. “Ritüel”leri herhalde işkenceydi, horlanmak, itilip kakılmaktı. Viskilerini yudumlayıp pipolarından derin bir nefes alıp salmak değildi.

Denilecek ki, “N’apalım canım, o zaman öyleymiş, bu zaman böyle!”

Çok doğru: Bu zaman böyle. Bu zaman “gezmeden seyyah, yazmadan kâtip” olma, “mış gibi yapma”, öne eserle değil ilişkilerle çıkma zamanı. Gürültü çıkarıp cazgırlık yapmazsanız kimse farkınıza varmıyor. Tabii böyle bir derdiniz tasanız varsa…

Hadi gelin konuyu yumuşatalım biraz: Tarık Dursun K. anlatmıştı: Yoksullukla boğuştuğu yıllar kendi kendine bir söz vermiş. Demiş ki, ilerde param olup da bir kaloriferli ev alırsam evde ilk gün anti-don dolanacağım. “Eee dedim, yaptın mı?” “Yaptım,” dedi, “Gazeteciler Sitesindeki evimde ilk gün öyle dolandım.”

Yaşamının büyük bölümü yoksulluk içinde geçen yazarlarımızdan biri de Orhan Kemal. Orhan Kemal, Cağaloğlu’nda bir kahve köşesinde çabucak yazdıklarını (Mike Hammer olabilir) hemen karşıdaki yayınevine teslim eder, telifi kaptığı gibi soluğu odun-kömür pazarında alırmış. Nasıl “ritüel” ama!