Montaigne, “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil, budalalıktır” der; o yüzden hiç tevazu etmeyeceğim: Evet, yazdıklarından üç beş kuruş kazanan yazarlardan biriyim.

Montaigne, “Kendini olduğundan az göstermek tevazu değil, budalalıktır” der; o yüzden hiç tevazu etmeyeceğim: Evet, yazdıklarından üç beş kuruş kazanan yazarlardan biriyim. Adım edebiyat çevrelerinde bilinir. Adını her zaman saygı ve rahmetle andığım Şükran Kurdakul’a her karşılaşmamızda “Merhaba abi, ben Aydoğan Yavaşlı” diye kendimi tanıtırdım. Kaçıncıydı hatırlamıyorum; “Yeter yahu!” diye çıkıştı, “Tanıyoruz artık seni.”

90’ların ikinci yarısında İzmir’deki bazı TV kanallarında kitap tanıtımı yaptığım zaman bazen gittiğim çay ocaklarında ya da kafelerde garsonlar, bazen de taksi şoförleri tarafından tanındığımı gördüm. Yeri gelmişken söyleyeyim: Tanınmışlık her zaman ve her yerde iyi bir şey değil. Zaman zaman zararını bile gördüm.

Gelelim edebiyata… 
TV programları yaptığım yıllarda edebiyatçı dostlarımla 2. Beyler sokaktaki Ercan Kitabevi’nde buluşur, sohbet ederdik. Tabii edebiyata merak salan gençler de uğrar, yanlarında getirdikleri şiir ya da öykü dosyalarını okumam ve eleştirmem için uzatırlardı. Böylesi durumlarda ben, uzatılanı hemen okumak yerine karşımdaki genç arkadaşıma (ki bunların çoğu genç kızlar- kadınlardı) kimleri ve hangi kitapları okuduğunu sorardım. Nedense birçoğu tedirgin olurdu. Besbelli sorgulanmak hoşlarına gitmiyordu. Bazıları saçma sapan yanıtlar veriyordu mesela: “Etkilenmemek için kimseyi okumuyorum” diyen mi aramazsınız, “Bu şiirler Nazım’ın şiirlerinden daha ileride” diyen mi? 
Okumadan iade ederdim getirdiği dosyayı. “Ben de sizden etkilenmemek için okumak istemiyorum” filan derdim. Ya da “Siz kimseyi okumamışsınız, ben sizi neden okuyayım?” diye kestirip atardım. Gençlik işte: Birçoğu darılır, bir daha yüzüme bakmaz, hatta sağda solda dedikodu bile yapardı.

Nezihe Meriç’ten, Sait Faik’ten, Haldun Taner’den, Sevgi Soysal’dan, Çehov’dan, O. Henry’den, Marquez’den, Cortazar’dan, Tolstoy’dan, S. Ali’den, Tarık Dursun K.’dan iki satır olsun okumamış genç arkadaşlarımda gördüğüm dil yanlışları ise ayrı bir âlem. Çalakalem çırpıştırdıkları metinleri “öykü” diyerek burnunuza dayamaları yok mu, insanı çileden çıkarır. Hiç okumadıkları, okur gibi yapıp sindiremedikleri o kadar belli ki…  İşte ben başlıkta gördüğümüz betimi onlar için kullanıyorum: Gezmeden seyyah, yazmadan bir kâtip, diye.

Önümüzdeki hafta size bir kız çocuğunun ortaokulun 6. Sınıfına giderken yazdığı bir metni sunacağım. Bakın bakalım zekâ neymiş, umut neymiş; çalışkanlık, azim, öğrenme çabası, ısrar ve edebiyat neymiş.