Türkiye’de genç olmak gerçekten zor, çok zor bir sınav. Başta aileler ve akrabalar olmak üzere herkesin farklı ve bitmeyen beklentileri, yüklediği sorumluluklar var. En yakınından en uzağındakine kadar koca bir toplumun bitip tükenmeyen beklentileri ve asla tatmin olmayan, yaranılamayan bir “şimdiki gençler” korosu sürekli konuşuyor, eleştiriyor.

Ne giyeceklerinden ne yiyeceklerine, saat kaçta eve gireceklerinden sokakta nasıl davranacaklarına kadar gençler üzerinde sallanan bir “doğruculuk” kılıcı gençleri her an şekillendirip kalıba sokmak istiyor, kendilerine benzetmeye çalışıyor.

Artık çok da genç olmayan biri olarak ben de bu koroya dahil olsam da niyetim biraz daha farklı, gençlere ne yapmaları gerektiğini söylemekten çok gençlere ne yapmamamız gerektiğini “genç olmayanlara” önermeye, tartışmaya çalışıyorum.

Türkiye’nin modernleşme tarihinin başından bugüne her kritik konjonktürde, normal zamanlarda kontrol edilmeye ve şekillendirilmeye çalışılan gençlik, bir toplumsal kategori olarak sahneye çıkıyor ve ülkenin bugününü ve geleceğini sarsıyor, gündemi belirliyor.

Sıkışan toplumsal sorunlara ilk tepki gençlerden geliyor, kimi zaman bir isyana dönüşüyor kimi zamansa bir oyları ile siyaseti dönüştürüyor.

19 yıllık AKP iktidarının ardından ülkenin toplumsal başkenti İstanbul’da iktidar değişiminin sloganı, son dönemin en iyi örneklerinden birisiydi; Gençliğimiz var!

Peki gerçekten kim bu gençler?

Genç kadınlar…

Genç işçiler…

İşsiz ve yoksul gençler…

Genç yarı-aydın öğrenciler…

Genç LGBTİ+’lar

Aslında tüm toplumsal sınıfların en yeni bireyleri, toplumsal sorunları yaşamlarını yeni yeni inşa ederken en derinden hisseden ve deneyimleyen insanlar.

Artık genç olmayanların kanıksadıklarının, kabul ettiklerinin, boyun eğdiklerinin yükünü taşımayan; eşitlik ve özgürlük talep eden, toplumun biricikleri gençler…

Şimdi önceki yazımızdan devamla asıl konumuza, İzmir Gençliğinin Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına hazır olup olmadığına gelelim.

İzmir Gençliği, çok renkli ve özgün halleriyle her ne kadar farklı kategorileri ve eğilimleri içerisinde barındırsa da Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olmanın yanında zengin toplumsal yaşamın sorun ve olanaklarını içerisinde barındıran bir kentin bugününü ve geleceğini de temsil ediyor.

Evet, ben de gençliğe bir görev yüklemiş gibi oldum yukarıdaki cümleyle, haklısınız. Amacım görev yüklemek değil elbette, değerini kabul ve teslim etmek…

Ev içerisindeki söz ve karar hakkından kent yönetimine, siyaset alanındaki söz hakkına kadar toplumsal yaşamın her alanında gençliğe yol vermekten bahsediyorum.

Gençleri önemsemekten değil, gençliğe öncelik tanımaktan söz ediyorum.

19 yıllık AKP iktidarının etrafa pislikler saçarak yıkılışına şahit olduğumuz zamanlarda, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında geçmişteki hataları yapmamak adına gençliğin hem toplumsal yaşama hem de özel olarak siyasete ağırlığını koyabilmesi için yol verilmesine ve güçlendirilmesine katkı sunmak zorundayız.

İzmir’de geleceği kuracak bir gençlik hareketinin, tüm renkleri ve toplumsal sınıfları da temsil eden bir harmoniyle filizlenmesinin artık mümkün ve zorunlu olduğunu düşünüyor ve tartışmaya açmak istiyorum.

Gençleri eğitmekten değil, gençlerden yani gelecekten öğrenmeye ihtiyacımız var…

Gençlerden beklemek değil, gençlerin beklentilerine karşılık vermeye ihtiyacımız var...

Gençlere yön vermeye değil, yönümüzü gençlere çevirmeye ihtiyacımız var…

Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında umudu, eşitliği, özgürlüğü ve geleceği kazanmak için gençliğe yol vermeye, gençliğe kulak vermeye mecburuz.

Gençlerin, bizim çocukların - şimdilik alt perdeden gelen- seslerine kulak verelim, biz daha az konuşalım ki onların sesleri gürleşsin, korku ve bezginlik sessizliğini dağıtsın.

19 yılda maddi ve manevi tüm değerleri yağmalanan, geleceği tüketilen bir ülkede, yeni bir yüzyılın şafağında, şairin dediği gibi;

“Tek umut ki - yaşam bitti demeye varmıyor dilim -

O da çocukların sesleri…”