Ümit Özdağ’ın gerici talep ve açıklamalarından sonra, kendi duygu ve düşüncelerinden menkul kişiler arasında, “oy vermeyiz”, “boykot gerekir” gibi cılız da olsa laflar edildi veya bu duygu pekişti. Elbette durum oy verme eğilimini değiştirecek bir gerçekliği yansıtmasa da seçimin yüzde bir farkla bitme olasılığı düşünülünce, küçük adımlar büyük sonuçlara neden olacaktır. 

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, tek adam rejiminin tahakkümü ve gelinen nesnel koşullar ele alındığında, tek adam rejimine yarayacak hiçbir hamle “ileri” olanla bağdaşamaz. Ne kadar “ileri” gibi görünen söylemler sarf edilse de gericiliği pek ala güçlendirecektir.

Boykot veya sandığa gitmeme tavrı “öylesine” alınacak bir karar veya refleksle sınırlı açıklanamaz. Çünkü sandığa gitmemenin, geniş halk kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olmadığı gün gibi ortadır. Tek adam rejimi olarak anılan dönemin özelliklerini, egemenler ile halk arasındaki güç ilişkilerini ve bunların karşılıklı konumlanışlarının doğurduğu siyasal ortamı, tercih ve zorunluluklar arasındaki farkı anlayamamak, “kendinden menkul” değerlendirmelere neden olmaktadır.  Bu tutum bir dönemin yanlış boykot taktiklerini anımsatmakta veya “yetmez ama evet”çi tartışmalarını canlandırmaktadır. O gün politik olarak eleştirisi yapılan bu ve benzeri tutumları, hayatın kendisi de mahkûm etmişken, ısrarcı olmak ders çıkaramamak, tek adam rejimine yine yeniden can suyu vermek anlamına gelecektir.  

“Arzu ettiğimiz (tercih) yol ve yöntemlere göre mi hareket edilecek, nesnel durumun nesnel koşullarından ve toplumsal güç ilişkisinden (zorunluluk) yola çıkılarak mı hareket edilecek?” sorusuna cevap vermeliyiz. Ayrıca dikkat edilmelidir ki, seçimlere veya sandığa yöneliş-umutların bağlanması geçtiğimiz yıllara göre artmışken böylesi çağrılar kime, neyi kazandıracaktır? “Boykot” etme mevcut seçimlerin meşruiyetini tartışmayı sağlamayacaksa, düne göre bir adım ileri götüremeyecekse, havaya çivi çakmak olmayacak mıdır? İki aday arasındaki farkın çok derin olmadığı koşullarda, “değiştirmek” yönünde atılacak adımın kıymeti tartışılabilir mi?

Kaybettirelim! 

Oy verme çağrısı ile egemenler arasında çelişki ve çatışmanın bir yansıması olarak ortaya çıkan tabloda herhangi bir adaydan beklenti içinde olduğu sonucuna da varılamaz.  Dikkat edilirse tutarlı tüm emek, demokrasi güçleri seçim tartışmasını “tek adam rejimine” kaybettirmek üzerine inşa etmiş, gericiliğe karşı bir çağrı gerçekleştirmiştir. Erdoğan’ın kazanması durumunda işçi ve emekçilerin, geniş halk kesimlerine yönelik saldırılar artacağı kuşku götürmez bir gerçekken, “sandığa gitmeme”, “boykot” gibi çağrılar veya düşünceler; posası çıkmış Erdoğan ve iktidarına, kol, kanat germek olacaktır.

Dönemsel, tarihsel hareketi belirleme yöntemi olarak taktik, bazen küçümsenir. Mevcut durum ve güncel dilimin gelecekle kurgusu olarak taktik üzerinden yapılacak hatalar, geri dönülmesi zor koşulları doğurabilir. İşçi ve emekçiler için durum açıktır, meclis aritmetiği sağa kaymışken, faşizm inşa sarkacında kalmışken, tek adama kaybettirmekten başka şansımız bulunmamaktadır.

Sandığa gitme oranlarında düşüş beklenmesine rağmen Japonya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde oy kullanan yurttaşların hem de muhalif olanlarda bir artış gözlemlenirken; boykot, sandığa gitmeme gibi bir tutum gerçekle örtüşmez. Seçim sonuçları üzerine tahminlerin zorlaştığı, denklemin hızla değişebildiği koşullarda, yazının başında da ifade edildiği gibi küçük kararlar büyük sonuçlara götürme potansiyeli taşımaktadır. Seçim yarın gerçekleşiyor. Tek adam rejimine karşı oyumuzu verelim. Haydi!