Gazetecilikte ayrıntılar önemlidir. Ancak büyük resmi unutmamak gerekir. Ayrıntılar, büyük resim içinde anlam kazanır.
Çocukluğumda Bursa’da, Heykel’in arkasındaki evin bahçesinde karıncaları seyretmeyi çok severdim. Telaşla bir yerlere koşturur, selamlaşıp yollarına devam ederlerdi. Ama nereye gittiklerini bilemezdim. Ta ki rotalarını takip edip yuvalarını buluncaya kadar...
O zaman anlamaya başlardım ki bu hareketlilik rastlantı değildir; bir rota vardır.
Brejnev zamanında, Moskova’da uzun bir kuyruk görüp gazetecilik merakıyla sonuna kadar gitmiştim. Müthiş şeyler bekliyordum. Meğer Azerbaycan’dan gelen karpuzları satıyorlarmış!
Moskova’daki günlük yaşamın sıkıntılarını biraz olsun anlamıştım.
Şimdilerde de dünyada olup bitenleri, oraya buraya koşturan insanlara bakıp değerlendirmeye çalışıyorum.
Bunun için çerçeveyi genişletmem, tuvale epey geriden bakmam gerekiyor.
Görüyorum ki, ne kadar karmaşık ve dağınık görünürse görünsün, zamanımızın da bir rotası var.
Emek istediler, insanlar geldi
İnsanlık “toplayıcılık ve avcılık” evresinden “yerleşik tarım” evresine geçti. Bunun çeşitli nedenleri olabilir: iklim değişikliği, tufan, savaş vb.
Tarım evresinde, iş bölümüne olanak tanıyan köyler ve kasabalar ortaya çıktı.
Yerleşik yaşam zamanla makineli üretime evrildi. Fabrikalar kuruldu. Artık daha çok sayıda işçiye ihtiyaç vardı.
Köylüler, ayartılarak ya da zorlanarak tarlalarını bırakıp büyük kentlere getirildi, proleterleştirildi. Adına sanayileşme dediler.
Ama talep büyüdükçe ucuz insan emeğine ihtiyaç da artıyordu. Başka diyarlardan ucuz emek ithali böyle başladı. Türkler Almanya’ya böyle gitti.
Genel hava iyimserdi. Gelenler ev sahiplerine uyacak, yerliler onları kucaklayacaktı. Çünkü özünde, insan her yerde insandı.
Derken icatlar icatları kovaladı ve üretim düzeni bir kez daha değişti; otomasyon, robotlaşma, dijital iletişim ve yapay zeka dönemine girilmişti.
“Sanayi sonrası”nda insan emeğine duyulan ihtiyaç azalmıştı ve hızla azalmaya devam ediyordu.
Yabancı işçiler artık yüktü. Kendileri yetmiyormuş gibi ailelerini de getirmişlerdi. Sosyal güvence kantarlarını bozmuşlardı.
Öyleyse? Evli evine, köylü köyüne gidecekti.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı düğmelerine basıldı. Faşist partiler yükselişe geçti, baskı ve şiddet yaygınlaştı.
Göç kapıları kapandı, Avrupa ve ABD yüksek surlu kalelere dönüştü.
İnsani küreselleşme bitmişti.
Medyadan din kurumlarına, siyasetten sokağa her yerde günah çıkartılıyordu:
Hayır, insanlar meğer aynı değilmiş; bir kısmı kafirmiş, vahşiymiş, sapıkmış, ırz düşmanıymış...
Şair Rudyard Kipling’in dediği gibi: “Doğu Doğu’ymuş, Batı’ysa Batı, ikisi hiç birleşmezmiş!”
Evrile evrile
Şimdi büyük resme dönüp bakarsak, son dönemde Avrupa ve ABD’de yaşanan ve bizi şaşırtan pek çok şeyin, hiç de beklenmedik olmadığını görebiliriz.
Tam tersine, şaşılacak bir şey yoktur. Dedektif romanlarında katili bulmak için “Parayı takip edin!” derler. Burada da öyle. Zenginler bir yanda, yoksullar öbür yanda...
Emperyalist düzenin kanlı mirası üzerine kurulmuş adaletsiz bir dünyada, başka türlüsü eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
ABD’de, Çin’de, Avrupa’da işittiğimiz gürültüler, çürük zemindeki depremin öncüleridir.
Daha büyükleri yoldadır.
Büyük resim öyle gösteriyor.