Bir aydır neden yazılara ara verdiğimin sebeplerini anlatıyorduk değil mi?
Haydi bakalım devam...
Dün söz etmiştim, aksiyonsuz günüm olmasa bir haftam asla geçmez.
Canım bebeğim Ayşe’mi kaybettikten sonra tam toparlayacağım tarak kemiğim müsaade etmedi! Kırıldı.
Oysa sevgili astrologlar bizi nasıl da gaza getirmişti!
5 Nisan 5 Mayıs arası tüm burçlar rahat bir nefes alacaktık.
Aşk, bereket falan vuhuuu kafamızdan yağacaktı.
Geçirdiğimiz zorlu dönemlerden sonra gökyüzünde şu gezegenle bu gezegen kol kola verip haydi bakalım şimdi mutlu ve olma zamanı diyecek ve biz aşağıda şöyle bir rahatlayacaktık.
Ama işte sağ ayağımın tarak kemiğinin ucundaki Jones kemiğim aynı fikirde değildi.
Bu kadının kırılan kalbine ben de eşlik edeyim, yalnız kalmasın dedi ve çat dedi kırıldı.
Evden bahçeye inen basamağa adım attığım anda ne oldu bilmiyorum ayağım burkuldu, diyemeyeceğim adeta ters döndü ve ben yere kapaklandım.
Daha öncede aynı ayak yine aynı şekilde burkulmuş ve o zaman yan bağlarım kopmuştu.
Yine aynı şey olmuştur diye anında şişen ve moraran görüntüyü çok ciddiye almadım, o gece öyle geçti.
***
Ertesi gün ayak giderek tombikleşti, morarma yayıldı ben hala; "Arnica sürem, buz koyam..."
Bu arada da içimi kurt kemirmiyor değil. Ulen dedim olur da hastaneye gitmek zorunda falan kalırım şu ayakları bir adam edeyim, ayıp olmasın, ayak olmuş bostan patlıcan, ben kalktım pedikürümü yaptım, kırmızı ojemi sürdüm.
Sonra üçüncü gün ayak öyle bir görüntüye ulaştı ki, kangrene beş kala!
Hala 'kırık değildir ya, kırık olsa duramazdım' diyorum.
Bu arada hastaneye gitsem ne olacak diye de düşünüyorum.
Çünkü Çeşme'de koskocaman bir hastane binası var evet ama içinde bilin bakalım ne yok!
Sadece sevk var.
Gidiyorsunuz ve sizi ya Urla ya da İzmir'e sevk ediyorlar.
Çünkü gerekli teçhizat yok.
O koskoca binada yoğun bakım ünitesi bile yok öyle söyleyeyim.
Başka şeyler de yok da ayıp olur şimdi yazmayayım.
Neyse işte bu hastaneyle ilgili onlarca kötü anı biriktirdiğim içim hiç gidesim yoktu. Fakat arkadaşlarımın ‘Sen geri zekâlı mısın, böyle durulur mu, mal mısın’ şeklinde şefkat yüklü sevgi sözcüklerine ve baskılarına dayanamadım, hastanenin yolunu tuttum.
Hastaneye yeni tayin olmuş genç bir hekime denk geldim... Ortopedist Dr. Cihangir Türemiş.
Ve var olsun sayesinde ilk kez Çeşme Alper Çizgenakat Devlet Hastanesinden ayağımda alçı yüzümde gülümsemeyle ayrıldım. Çünkü ilk kez insan gibi muamele gördüm. Güler yüzlü son derece ilgili genç bir hekim.
Aramızda ilk diyalog şöyle gelişti:
- Buyurun neyiniz var?
- Doktor Bey benim başıma üç gün önce şöyle bir şey geldi. (Mosmor olmuş şişmiş ayağımı gösterdim.)
- Kaç gün kaç gün? (Ayağın durumunu görünce gözleri büyüyerek) Üç gündür böyle mi geziyorsunuz?
- Yok gezmedim, oturdum hep... Bir de üzerine basmamaya çalıştım, buz falan da koydum. ---Ama bugün bir terslik var galiba dedim ve atladım geldim.
-Kiminle geldiniz, refakatçınız var değil mi?
- Yok, atladım arabaya geldim.
- Nasıl yani? Siz mi kullandınız?
- Evet.
- Bu ayakla?
- Evet.
- Otomatik vites mi?
- Yoo, düz. Daha önce siyatikten iki büklüm veya migrenden böğürerek hastaneye tek başıma gelmişliğim çok var.
- Peki bir şey soracağım; neyi zorlamaya çalışıyorsunuz?
Bu soruya önce cevap veremedim. Sonra dedim ki, e çünkü kendim yapabiliyorum, öyleyse niye yapmayayım?!
***
Bir de en yakın dostlarımdan dahi olsa yardım istemek beni çok geriyor. Muhtaçlık hissinden nefret ediyorum. Acaba ağırlık mı oldum, acaba şu anda sıkıldı mı, acaba bu yardımı zorla mı yapıyor duygusundansa, becerebildiğim kadar kendi işimi görmek istiyorum.
Kadın olmayı becerememek de var tabii.
Ampul takmayı bilmeyen, hayatında hiç fatura ödememiş, hiç su damacanası kaldırmamış, hiç patlak tekerlek değiştirmemiş, bırak boya badana yapmayı, boyacı bulmak, pazarlık yapmak zorunda bile kalmamış, hiç hesap ödememiş, sandalyesini hiç kendi çekmemiş bir kadın nasıl olunur hiç fikrim olmadığı için kendi söküğümü kendim dikmeyi bildim hep.
Naz yapmakla uğraşacağım kadar mevzuyu kendim çözerim, oldubitti.
***
Konuya dönelim, doktor dedi ki ‘Ama röntgene gitmeniz lazım, bence artık birini çağırın.’ Dedim gerek yok ben ona da giderim! Ceylan gibi sekip aslan gibi röntgenimi de çektirdim Ve sonuç: Jones kemiği kırığı! Boksör kırığı da denirmiş. (Size daha önce anlatmıştım, salonun ortasına kum torbası astım, adını da Hamza koydum diye. Hani çağırdım mı bu kırığı nedir, tövbeler olsun.)
Sevgili güleryüzlü doktorum dedi ki eh artık mecbur çağıracaksınız çünkü ayağınıza atel takacağız.
Benim pek sevgili, çok merhametli ama hasta bakımı denince eli ayağına dolaşan canım arkadaşım Burçak atladı geldi.
Her zamanki haliyle nasıl telaşlı nasıl panik!
Ayağım alçıya alındı tekerlekli sandalyeye oturttular, Burçak son sürat arkasını döndü ve gitti.
Ateli takan sağlık teknikeri arkadaş arkasından seslendi hastanızı unuttunuz hanımefendi?
Burçak döndü ve aaa dedi ben mi süreceğim sandalyeyi? Yok Burçakcığım sen önden aynen böyle koşacaksın, ben Ali Rıza Bey gibi kendim döndüreceğim tekerlekleri. Sana yetişmeye çalışacağım.
Tekniker arkadaş dedi ki Allah refakatçının da hayırlısını versin.
Bu arada çok enteresan, Burçak sabah kalkmış ve birden kemik suyu kaynatası gelmiş! Dedi ki saatlerdir evde kemik kaynıyor, köpeklere niyetti ama sana kısmetmiş. Sağol benim altıncı hissi şuurundan daha gelişmiş arkadaşım!
***
Bir maceranın daha sonuna geldik demek isterdim ama sonrası da var. Fakat benim yerim bitti. Onu da yarın anlatırım.