Fransız yazar Anie Ernaux 2022 Nobel Ödülü’nü kazandı. 1940 doğumlu Ernaux, işçi sınıfına mensup bir ailenin çocuğu. Yvetot ve Normandiya’da, mazbut bir çevrede büyümüş. Edebiyat öğrenimi gördükten sonra uzun yıllar edebiyat öğretmenliği yapmış. Boş Dolaplar onun ilk romanı. Eleştirmenler, onun romanlarında kişisel deneyimle toplumsal tarihi birleştirebildiğini söylüyorlar. Romanlarında sınıf atlama kaygısı, kadın özgürlüğü, evlilik, cinsellik ağır basıyor. Boş Dolaplar Can Yayınları arasında çıkmış. Çevirmeni, Siren İdemen. Çeviriyi çok başarılı bulduğumu buradan hemen söylemeliyim.

Boş Dolaplar’da anlatılan, Denise Lesur adlı bir kızın çocukluğundan başlayarak üniversite yıllarına kadar uzanan hayatı. Ancak o hayatın arka planı, başta Denise Lesur olmak üzere roman kahramanlarının bütün sosyal konumlarını ve davranış temelinde psikolojilerini çok başarılı bir biçimde yansıtıyor. Nitekim The New Yorker da “Ernaux’un kitapları birer itiraf değil, bir tür kişisel epistemolojidir. Onları okumak, o anlaşılmaz, acı verici, zaruri ‘oluş’ sürecini anlama girişimidir” diyor.

Denise Lesur, kentin kenar bir yerinde kafe-bakkal işleten, işlerinin dışında kayda değer bir hayatları olmayan, bütün ümitlerini Denise Lesur’un okullarını başarıyla bitirmesine bağlamış kendi hallerinde bir ana-babanın tek kızıdır. Zamanının büyük bölümünü kafe-bakkalın üst katında kitap okuyarak geçirmektedir. Dışarda ise hayat kendi bildiğince akıp gitmektedir. Hayat akıp giderken cinselden tutalım sınıfsal alana kadar birçok şey saf değiştirmekte, buna uyum sağlayamayanları saf dışı bırakmaktadır. Denise Lesur’un da zaten bütün kaygısı, bu saflaşmada doğru yerde olmaktan başka bir şey değildir. Doğa hükmünü verir ve Denise Lesur hem erkek arkadaş edinip onunla genç kız olmanın keyfini sürer, hem çalışkanlığı ve zekâsıyla bir üst sınıfta yerini açar. Clopart Sokağı’nda kafe-bakkal dükkânını karı koca işleten ana-babasını kast ederek şöyle diyor: “Onların sırtında yükseldim, tezgâhın gerisinde didinip duruyorlar, bir de üstüne onları hor görüyorum… Peki neye yaradı, tek bir yakın arkadaşım yok, kimseye bağlanamıyorum… Sinekler dönüp duruyor on yıldır değişmeyen, yumru yumru eski peynir fanusunun üzerinde. Belki de benim yüzümden daha güzel bir bakkal sahibi olamadılar. Clopart Sokağı’nda ömür tüketiyorlar. Onlar için yapabileceğim hiçbir şey yok ya da hayır, var, edebiyat fakültesine girmem onları mutlu edecek. (…) Bense galiba sadece edebiyatı seviyorum ki benim durumumda o bile şüpheli, belki sadece oğlanları seviyorum. Bütün yaptığım nefretle kendimi kemirmek, her şeye karşı bilenmek oldu, kültürüm bir yalandan ibaret. Ne bok olduğum işte şimdi suratıma çarpıyordu. Edebiyatmış, edebiyat da zaten yoksulluğun bir arazı değil mi, geldiğin çevreden kurtulmanın en klasik yolu.”

Şimdi size düşen, böylesi nitelikli kitaplarla buluşmak olmalı.