Şu geçen günler art arda İzmir dışındaki bazı özel okullara gidip söyleşi ve imza günlerine katıldım. Eskiden daha sık giderdim, şimdilerdeyse biraz seçici olmanın yararına inanıyorum. Yorucu olduğunu da şimdiden söylemek istiyorum. 

Söyleşi ve imza günlerinde özellikle çocukların etkin olmasını istediğim için onlara hem eğlendirici ve hem düşündürücü kısa hikâyeler anlatıyor, hemen ardından soru-yanıt bölümüne geçip ortamı hareketlendiriyorum. Tabii hemen parmaklar kalkıyor, anlattığım hikâyenin ana düşüncesi hakkında bir şeyler söylüyorlar. 

Fakat en çok merak ettikleri, yazarlığı neden seçtiğimiz, bir kitabı ne kadar zamanda yazıp bitirdiğimiz, hangi ortamda yazdığımız, kimlerden etkilendiğimiz ya da esinlendiğimiz, bazen de “bu işten ne kadar kazandığımız…” Bazıları, yazarken zorlanıp zorlanmadığımızı bile soruyor. Sanki şakağımıza silah dayayıp bizden yazmamızı istiyorlarmış gibi… 

1975’ten bugüne sayarsak 48 yıllık bir eğitimci olarak bütün bu soruları -inanın- tek tek yanıtlıyorum. Bazı burnu büyükler gibi üstten bakarak pas geçmiyorum. Onların beni önemsediği kadar ben de hem emekli bir öğretmen  hem çocuk edebiyatı türünde onlarca kitap yazmış biri olarak önemsiyorum. Siz bakmayın olur olmaz küçümseyenlere, aslında çocuklardan çok şey öğrenilebilir. 

Birkaç yerde kulağıma geldi: Bazı yazarlar, çağrıldıkları okullarda kaprisli davranışlarıyla çevrelerine epey eziyet çektiriyorlarmış. Öğrenci okurlarının karşısına çıkıp mıy mıy mıy konuşarak, sorularını küçümseyip yanıtlamayarak, onu bunu beğenmeyip kapris yaparak filan… 

Bunun yanında Türkçe öğretmeni olmasına karşın sergilenen kitaplara bakmayan, edebiyata uzak duran, dahası kendisi bile doğru düzgün okumayan ‘tip’lerle de karşılaştım. Şu ya da bu yayınevine, şu ya da bu yazara bağlanmışlardan bahsetmiyorum bakın. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olmalarına karşın M.Ş.E’yi, Sait Faik’i, S. Ali’yi, H. Taner’i, A. Çehov’u, O. Duru’yu, S. Soysal’ı tanımayan, onlardan iki satır olsun okumamış zavallılar gördüm. 

Çocuklar… Neyse ki onlar var. Can Yücel, “Üç Fidan”ı kasteden o şiirinde nasıl diyordu: “O çocuklar / O şarabi eşkıyalar / Onlar da olmasa gayrı benim kimim var?” En dürüst eleştirmen, onlar. Yazdıklarınızı beğenmemişlerse sözlerini hiç sakınmadan söylüyorlar. Tabii beğendiklerini de… İkiyüzlülükleri, yüzsüzlükleri yok. 

Oysa ötekiler…