“İnsanın talihsiz oyunudur bu,
Yıkımı yine kendi elinden olur.

Engelleyemez paylaşmak duygusunu;
Gün gelir yorulur, kendini de unutur.”*

Şüphesiz dünyamız çok ciddi bir salgın ile güç bir sınavdan geçiyor. Bu küresel salgın hastalığın bilinmezleri arasında nereden çıktığı, nasıl yayıldığı, çağın diğer salgın ve tehditlerinden neden ve nasıl daha önlenemez ya da tehlikeli olduğu, nasıl önleneceği, nasıl ve ne zaman ‘normal’ koşullara dönüleceği, normalin kime ve neye göre tanımlanacağı gibi pek çok şimdilik yanıtı olmayan başlık var.

Şüphesiz ki hafife alınamayacak önem arz eden hastalık karşısında hepimizin alması gereken önlemler bu kapsamda da kişisel ve toplumsal sorumluluklarımız bulunuyor. Bu noktada hastalığın en az kendisi kadar tehlikeli olan bir başka küresel salgınla karşı karşıyayız: Popülizm. Siyasal İslam’ın yönetim biçimi olarak benimsenmesiyle birlikte sistemli biçimde ülkemizi kıskacına alan cehalet salgınıyla bir araya geldiğinde popülizm tehlikeyi büyüten, yaygınlaştıran hatta dönüşü olmayan hasar riski barındıran bir soruna dönüşüyor.

Hastalığın varlığı ve seyri ile ilgili somut gerçeklere bağlı olarak henüz ilk adım olarak tanımlanabilecek önlemler noktasında karşımıza çıkan büyük kakafoni nasıl aşılacak? Durumun tespiti ile ilgili bilgilerin uyumsuz çeşitliliği, bilimi çoktandır yok sayan yetkililere / hükümet temsilcilerine duyulan haklı güvensizlik, cehaleti ve tevekkülü kutsayan dinî otoriteler, yaşamı değil şehitlik mertebesini önemseyen iktidar tutumu, ne olursa olsun kapital döngüyü “sürdürülebilir” kılmayı daha (!) önemli bulan neoliberal ve manipülatif yaklaşımlar, komplo teorileri, rivayetler, hafife alınan / abartılan gerçekler… Tüm bu değişkenler karşısında koşulsuz ve önemle emanet olunması gereken tek çözüm: Bilim.

Peki bilim bağımsız mı?

Kapitalizmin ve uzantısı neoliberalizmin detıkandığı günlerde virüsün, çıkışı ve yönetilişini küresel sorun ve sorumsuzluk bağlamından kopuk değerlendiremeyiz. Tehlikenin kontrol altına alınabildiği, geçiştirilebildiği koşulda mevcut sistemin sermaye ve yönetim anlamında yepyeni dayatmaları olacağını öngörerek bu ve benzeri salgınları çağın soğuk savaş unsurları olarak yorumlamak çok da yanlış olmayacaktır. Krizin güçlüyü yeniden tanımlayacağı, küresel aktörlerin “tedaviye” bağlı olarak yeniden tanımlanacağı, tükenen kimi sektörlerin yerine yeni fırsat sektörlerinin koyulacağı, suni akıl olarak tanımlanan dijital çözümlerin kendisine en uzak mesafede olan kullanıcıda dahi zorunlu “ihtiyaç” haline getirileceği, birilerinin çeşitli sorumsuzluklarla yarattığı sorundan çeşitli gerekçelerle faydalanacağı görülüyor. Süreci manipülasyon ve dezenformasyondan bağımsız olarak anlayıp önce kendi sağlığımız ve sonra toplumsal iyiliğimiz, geleceğimiz için sorumlukla yönetmeliyiz. Şüphesiz baş sorun sağlık ancak dünyamız toplumsal sağlık sorununun yanında ve ötesinde etki ve hasar bırakacak bir sorunla karşı karşıya.

Böylesi büyük bir halk sağlığı sorunu karşısında iktidarın başının günler sonra yaptığı ilk açıklama ibretlik. Bilime itibar etmek, önlem almak yerine sabır ve dua öneriyor. Sosyal devlete, vatandaşı önceleyen hizmet ve önlem anlayışına ait tek cümle yok. Ama “Önümüzde eskisinden çok daha büyük fırsatların bizi beklediğini şimdiden görebiliyoruz” diyebilecek kadar piyasa kaygısında. “Şayet”(!) önümüzdeki birkaç haftalık süreci iyi yönetirsek umduğumuzun da ötesinde “güzel bir tablo” bizi bekliyormuş.

Yukarıda değindiğimiz yeni çağın küresel güçleri ekonomi ve çıkar ilişkileri üzerinden kendi kaynaklarıyla pozisyon alırken modern çağın gereklilikleri ve zorunlulukları ekseninde görece toplumsal sorumluluklarının bilincindeler. Sosyal devlet ve sosyal adalet kriterleri ile vatandaşlarının önce sağlık koşullarını sonra yaşam koşullarını düşünerek krizin önümüze getireceği ikincil sorunların çözümü için de önlem alıyor, teşvik ve yardım programları açıklıyor, korumacı çözümler üretiyorlar. Bizim ise süreci iyi yönetmekten anladığımız belirsiz bir süre kriteriyle sınırlımekankapatma kararları. AVM’ler açık ama içindeki kafeler kapalı. Evden çıkılmayacak ama THY ile kolay uçabilmek için KDV indirimi var. Elle tutulur önlem, güven veren bir somut adım açıklaması yok.Yurttaşlara test yapılmasına ilişkinbir planaçıklanmadığı gibi Bakanlığın virüs test kiti almaması, Meclis’te Koronavirüs için yetkili bir komisyon kurma teklifine iktidarın red oyu gibi akıllara durgunluk verecek bir dizi savruluşla karşı karşıyayız.Yapılan kriz değerlendirme toplantısına emekçiyi temsil eden sendikalar davet edilmiyor. Günler sonra açıklama yapan Cumhurbaşkanı -alışıldığı üzere- her türlü krizin en fazla etkilediği emekçiyi, yoksulu, dezavantajlıları boş verip piyasa kaygısında. Sürecin ekonomik sonuçları olacağından bahsediyor. Hatta özel sektör de “sorumluluk” alıp elini taşın altına koymalıymış.

Koronavirüsle mücadelede etkili bir ilaç olduğu belirtilen Interferon Alpha 2B'nin yaratıcısı Kübalı doktorLuisHerrera; salgınla savaşta birçok ülkenin sağlık sisteminin yetersiz kaldığını belirterek, "Dünyanın, sağlığın ticari bir faaliyet değil temel bir hak olduğunu anlama fırsatı var" demiş.Küba’nın salgın karşısında uyguladığı dayanışma tavrını dünyanın tüm ülkelerinin uygulaması gerektiğini vurgulayarak, “Daha iyi sağlık ve yaşam koşullarının olduğu bir dünyanın parçası olmayı istediğimiz için dünyanın her tarafında çalışan doktorlarımız var” diye sürdürmüş sözlerini. 3700 yolcusuyla hiçbir ülkenin limanına kabul etmediği Korona vakası görülen gemiye Küba’nın “sağlık insan hakkıdır” diyerek kucak açması çok ne çok şey anlatıyor. Yıllarca ambargolara, ötekileştirmeye, sınırlı kaynaklara rağmen bilime ve dayanışmaya inanarak ayakta kalan Küba’nın tıpta bu kadar ileri olmasının, ölümcül salgına meydan okuyabilen, çözüm geliştirebilen konumuyla iş sağlığa gelince küresel devleri kapısında diz çöktürebilmesinin nedeni, insan sağlığını ticaret olarak görmemeleri. Yaşam hakkını önceleyen sosyalizm geleceğin inşası için eskimeyecek bir yol ve umuttur kanımca.

Üretimsiz, dışa bağımlı, emek hakkını değil yandaş rantını önemseyen sermaye öncelikli yönetim koşullarında açlık ve yoksulluk sınırı çok sorunlu boyuta ulaşan, işsizlik oranıenüst seviyede, kamu sermayesi ve üretim döngüsü sıfırlanmış olan ülkemizde bizi bekleyenleri değerlendirirken ne kadar süreceği kestirilemeyen bir “karantina”dan medet uman felaket çığırtkanlığı dışında bir sorumlulukla hareket etmek zorundayız. Bilgiye ve bilime odaklı, eşit yaşam koşullarını önceleyen, dayanışma ve paylaşım kültürünü benimseyen yeni bir yönetim anlayışı ile salgını ve salgınları yaratan, salgınlardan beslenen tüketim düzeninden kurtulabiliriz. Tedavinin ilk adımı, sorunu kişisellikten uzak bir toplumsal bilinçle algılamak, bu bilinçle de herkesin kendi koşulunda sorumluluk duygusu taşımasıyla mümkün ve kalıcı olabilir.

***

Günlerdir bu önemle takip ettiğim gündem üzerine bunları düşünürken özelliklekanaat önderliği yapan kişilerin bilgi sahibi olmadığı alanda TV kanallarında boy göstermesi, sosyal medyada konuları dışında popülist ve kısır yorumlarla yer almasını da büyük bir sorumsuzluk olarak görüyorum. İstatistiksel olarak anlamlı olabilmesi için en basitinden eşit zaman dilimli kıyas kriterine, parametre çeşitliliğine muhtaç ölüm skorları paylaşımı; eleştiri ve şikayet kültürü üzerinden hedef gösterme, siyasal görüşe bağlı taraftarlık; kaygı artırıcı, panik uyandırıcı teyit edilmemiş bilgi ve görüntü kullanımı tehlikeli boyutta. Geniş erişim kitlesine sahipgazetecilerin yandaş basın ekranlarında kendisine eş bilgi ve birikimi olmayan tetikçiler ve lef ebeleri karşısında hemen her fırsatta, hemen her konuda yüzünü eskitme “sorumluluğu” duyması ironik. Gazetecilerin kolayca sorup bilgi ve/veya teyit alabilecekleri konularda kişisel yorumlarıyla kullanışlı polemik aktörü olmalarını üzücü olmanın yanı sıra tehlikeli bulduğumu söylemeliyim. Somut ve taze bir örnek; aynı günlerde farklı partilerin toplantıları, STK’ların genel kurulları devam ederken,henüz insiyatif dışında yaptırım tanımlanmamışken, önlem adı altında uygulanan yasaklamalar tanımsız ve tutarsızken (Örneğin; okullar kapanıp otogarlar, camiler açık, nargile gibi son derce sakıncalı ürünler serbestken vb.) haklı eleştiri hakkını CHP İstanbul İl Başkanı’nda somutlayarak;kadın kolları ve gençlik kolları kendi MYK’sı ile Genel Merkez nezdinde temsil edildiği halde bunu görmezden gelip isimler üzerindenpolemik konusu üretmeyi sorunlu buluyorum. Alınan yanıt karşısında benimsenen üslup amacın samimi bir endişeyle eleştiri yapmak değil skor edinmek olduğunu düşündürüyor. Örnekler çoğaltılabilir. Büyük resmi değil popülerliği, şöhreti tercih eden, ekran tanınırlığından kariyer uman öyle çok isim var ki... Salgından, sağlıktan ekonomiye; Ortadoğu’dan, İdlib’den göçmen sorununa, AB ve Nato’dananayasa ve hukukageniş konu başlıklarının aynı insanlar tarafından tartışılabilmesi büyük aymazlık. Bunu sağlayan ve tek kaygısı izlenme oranı olan kanalların teklifini kendini her bilgiye muktedir görerek kabul edenlerin bağırış çağırış içinde birbirinin sözünü keserek yarattığı bilgi kirliliği kalıcı bir yozlaşmayı pekiştiriyor. Tartışma programları horoz dövüşünden farksız. Bu yozluk katılımcıları ‘sorumlu’ gören kitlelerin cahilliği ile birleştiğinde bu çok sorunlu sorumluluk toplumsal bir kirlenme yaratıyor. Gazetecilerden, kanaat önderlerinden, siyasi parti liderlerine değin her kademeden yapılan sorumsuz açıklamalar nice saçmalığın bilgi, ya da olgu olarak algılanmasıyla geri dönülmez yanlışlara evriliyor. Hele totaliter ve baskıcı rejimin nefret ikliminde tehlikeli kitlesel eylemlere dönüşme riski büyük.

Diyanetin baş otorite kabul edildiği süreç yönetimi, binlerce insanı camiye toplayarak yapılan “kalabalığa girmeyin” uyarısıyla başladı. Korona’dan ölecek Müslümanların şehit mertebesinde olacağı bildirildi. Umreden dönen son kafileninöğrencilerin gece yarısı yurtlardan sokağa atılmasıyla yer açılan yurtlara yerleştirilerek karantinaya alınmasıyla birlikte firar ve polise mukavemet şeklinde devam etti. Aprondan üst düzey bürokrat çocuklarının güvenlik kortejinde karantinadan kurtarılması gibi sorumsuzluklar da yine “mağdur olan biziz” açıklamalarıyla bertaraf edildi. Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Koronavirüse tedbir olarak "Faiz, içki, kumar, eşcinsellik ve materyalist eğitim yasaklanmalı” önerisi getirirken ülkenin en başı ciddiyetten uzak ‘dini ve milli’ süslü cümlelerle bezeli “Avrupa ülkelerinden daha iyi durumdayız” açıklaması yaptı. Bütün bunlar olurken ülkem insanı “Çinliler kaptı vebayı, Allah verdi belâyı, müslümanlar verecek selânızı “ türküsüyle halaya duruyor. İyi durumumuzun özeti bu.

Toplumsal sağlığımızın korunmasısağduyu ve beraberlik duygumuzu yitirmeden bilime ve sorumlu tutuma emanet olmalı. Bu nedenle önce bilgi ve uzmanlık, sonra tarafsızlıkve sorumluluğun hepimiz için anahtar olmasını, kısa zamanda en az hasarla bu karanlığı da geride bırakmayı umuyorum.

Zeynep Altıok Akatlı.

Mart 2020 - Urla

*Metin Altıok / Sone IV