“Ben bugünü kırdım iki taş arasında.
İstedim ki kalmasın
Acının çekirdeği yarına.”*

İki haftaya yakındır ülkenin gündeminde çarpık ve yanlış uygulamalar, hak ihlalleri, açlık ve yoksulluk sınırını çoktan aşmış ekonomik koşullar, bunların sonuçları, ard arda gelen intiharlar değil Saraya giden CHP’li var. 23 kez suç duyurusunda bulunmuş “ben öldükten sonra mı yardım edeceksiniz?” sorusuyla devletin kendisini korumasını istemiş bir kadının daha öldürülmesi konuşulmuyor. CB danışmanı Kalın’ın gerçek bir gazeteci karşısında sıkıştığında kayyum atanan belediyelerin başkanlarının yargılandığı davaların sonucunu daha yargı süreci devam ederken “ceza alacaklar” diyerek açık etmesinin bir talimat olduğunu görmüyor. Bunu aynı önem ve ciddiyetle konuşmuyor.

Siyaset ve nedensellik üzerine düşünmek gerekli. Sahte gündemlerle kamuoyunu meşgul ederek CHP’nin hedef alınması bir ilk değil. Günlerce boş hatta magazine varan bir meşguliyetle yaratılan gündemin sündürülmesi de ilk değil. Hızlı bir kan kaybı içinde olan iktidarın yarattığı kopuş, bıkkınlık ve sıkıntı yerel seçimlerde tüm muhalefet partilerinin ve seçmenin verdiği destekle birlikte, dayatılan tek adam rejiminden çıkış için bir olasılık getirdi önümüze. Yerelde kazanılan yerlerden başlayarak eşit, adil ve ilkeli bir hizmet örerek ülke genelinde güven perçinlemek için yapılacak çok iş, verilecek çok sınav var. Ancak bir tartışmadır gidiyor. Kimi kahramanlık öyküsü yazma, buradan sebeplenme derdinde. Kimi iktidarın komplosunu üzerine alarak yeniden doğuş peşinde. İktidarın düşüş, CHP’sinin ise kuvvetli alternatif olduğu süreçte saray başta genel başkan olmak üzere partiyi hedef alarak bugüne değin sürdürdüğü asılsız saldırı ve ithamlarla kendi karanlık gündemini örtebileceğini daha önce deneyimledi, biliyor. Bu noktada sorulması gereken sorular başka.  “Bu safsataya neden inanalım? Bu tuzağa eden düşelim? Bu mütemmim cüzü bilmiyor muyuz? Siyasetin nedensellik ve sonuç ilişkisi işte burada çok çarpıcı bir başka soruyla geliyor karşımıza. Bahsi geçen isim veya isimlerin saraya gitmiş olabileceğini kim, neden düşünüyor? Ya da şöyle sormak gerek; nasıl oluyor da düşünebiliyor? Bu doğrudan siyaset yapış biçimi, siyasi tutarlılık, tercihler ve güven gibi unsurlarla açıklanabilir.

Siyaset bir amaç olduğunda tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi sonuç bireyselleşir. Eylem ise doğrudan kişiselleşir. “Bir sonraki maça ve o maçta bana yazacak skora bakalım” düzeyinde bir gelecek planı bugün ülkeyi düzlüğe çıkartacak siyasi strateji olamaz. Son yaşananlar da yine bu kişiselleştirme ile siyasi aktörlerin giyindiği ya da sıyrılmaya çalıştığı kaftanlarla şekilleniyor. Kimi durduk yerde “ben değilim” açıklaması ile konunun üzerine atlıyor. Benim “saraya gitmeyeceğimi herkes bilir” diyerek en azından adının ortaya atılmasını bile beklemeden açıklamalar yaparak yitirdiklerini yerine koymaya gayretli. Günler sonra da “artık bu konuyu kapatıyorum” diyecek kadar kibirli. Bir diğeri ‘reklamın kötüsü olmaz’ düşüncesinde. Saray yancılığını faydalı bir gerekçe olarak görüyor, gülünç bile olamayan hazin bir özgüvenle partide hiçbir karşılığı olmadığını dahi görmeksizin bu itibarsızlık ithamını sahipleniyor. Ülkenin en saygın sivil toplum kurumunu getirdiği durum ortadayken ana muhalefeti benzer düzeyde tutmak ve hizmetlerine devam etmek için bitmek bilmez bir iştahı var.

İktidarın ülkeyi bu hale sokan siyasetinin belirleyici tüm unsurları ana muhalefetin kimi siyasetçilerince aynı dil, aynı yöntem, aynı taktiklerle benimsenerek siyasi bir dönüşüm vaat ediliyor. Bunun sosyal demokrasinin ilkeleriyle bağdaşmaması bir yana hiç değilse denenmiş ve çalışmamış olduğu görülemiyor. Herkes, partililer bile bir CHP’linin saraya gitmesi olasılığının kendi iç tutarsızlığını göremiyor. Genel Başkanımızın yaptığı açıklamada dikkat çektiği gibi yine kurultay öncesi sarayın çaresizliğine sebep olabilecek bu kurgunun saray tarafından değil CHP içinden “üst düzey bir gazeteci” tarafından üretilmiş olabileceği kuvvetli bir olasılık olarak algılanıyor. Genel Başkanın partinin yerel seçim başarısının ardından karşısında rakip olabilecek kimse yokken bu öyküyle dahi itibar tazeleyemeyen bir rakipten korkarak neden böyle bir komplo hazırlasın? Şüphesiz bu ithamlar sarayın işine yarıyor. Saray Barış Pınarı operasyonu ile milliyetçilik üzerinden geri alamadığı üstünlüğü dedikodularla alamaz elbette ama bu karmaşadan CHP yara alır.  Siyaset bireysel değil kolektif bir sahiplenmeyle, parti ilkelerine ve programına bağlılıkla, partinin siyasi çizgisinin tutarlı ve kendi sözcükleriyle kurgulandığı çağın ihtiyaçlarını gören ve benimseyen bir samimiyetle yapıldığında tüm kitlelere doğru mesajları ulaştırmak mümkün. Bunu bize İstanbul seçimleri gösterdi. Tüm şeytanlaştırmalara, yaftalamalara karşı il başkanımızdan, adayımıza, örgütümüze varan kolektif bilinç firesiz dürüst bir emek kazandı. Parti içi kavgalarla kurultay öncesi imza hesapları yapılırken CB seçiminin ardından iktidarın zayıflayışına odaklanmak yerine temel amacın genel başkanlık yarışına dönüşmesine hep birlikte tanıklık ettik. Herkes kimin yanında ve nasıl durduğuna bakmalı. Bireysel var oluş için en çok eleştirdiği sistemde, sistemin aktörleriyle ittifaklar yapanlar özellikle durup düşünmeli. Yoldaşlık ettikleriyle bile ayrışanların sistem eleştirisini bugünün konjonktüründe partiyi dışarda tartıştırma boyutuna taşımasının ideallerimize faydası olmadığı gibi öğütülüp giden değerleri de korumuyor. Sadece bu değerlere sahip çıkanların dağılıp etkisizleşmesine hizmet ediyor. İktidarın din sömürüsü, milliyetçilik istismarı karşısında tanımladığı alanda onların diliyle sağdan oy istemek yerine bu toprakların tüm halklarının kardeşçe ve barış içinde yaşama güvencesi olan sol değerleri yaftalardan kurtarıp, sağ sol demeden çözümle herkese eşit sunduğumuzda yaşayarak, hissederek anlayıp benimseyecek seçmenin varlığına, seçmenin vicdanına güvenmek yeterli.

Genel Başkanın işaret ettiği gibi aynı aktörler, aynı yöntemlerle, gazetecilik ilkeleri gereğini dahi yerine getirmeden sırf parti içinde temsil ettiğim değerleri öğütmek adına en olmayacak ithamla 4 yıl evvel Atatürk portresini indiren CHP’liyi aylarca gündemde tuttu, konuştu. 3,5 yıl sonunda yine kurultayda yine bireysel koltuk arayışlarında olanlar açığa kavuşmuş, kapanmış konuyu tazelemekte beis görmediler. Cevap bile vermem. Çükü bilirim ki benim siyasetimin neden sonuç ilişkisi açıktır, tutarlıdır. Ürettiğim, yazdığım, söylediğim ortadadır. Nereye gitmeyeceğim, kimle buluşmayacağım ve aydınlanma çizgisinden, devrimlerinden, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağım nettir. Çünkü bunun propagandasını yapmaya ihtiyacım yok, bu benim yaşam biçimim.

Yapacak çok işimiz var bizim! Önümüzde kongreler süreci var.  Bu süreçte kendini değil en önce mağdur edilen her vatandaşın yanında olmayı, partimizi iktidara taşıyacak siyasi bilince sahip, kişisel ittifaklarla değil ilkelerle hareket edecek, sivil toplum kuruluşları ile, emek ve demokrasi güçleri ile, temsil ettiği bölgenin mücadele edenleri ile barışık ve yan yana durabilen, parti içi bürokrasi ya da kurumsal temsile odaklanmak yerine gündeme ve sokağa hakim,  direniş noktalarında bulunacak adaylara ihtiyacımız var.  Yerelden yayılacak yeni bir solukla yok sayılan, ötelenen, yoksullaşan, hırpalanan, ezilen, sömürülen vatandaşlarımızın çağdaş, üreten Türkiye’de eşit temsil ve barış içinde, laik ve adil bir düzende yaşaması için konuşacak çok konumuz var. Hepsi bilimsel verilerle destekli, deneyimlerle sabit can yakan konular. Gerisi laf-ı güzaf. İtişip çekişenler, net tutum almaktan imtina eden, karşıt görüş alınmasın diyerek etkisiz kalanlar eleğimizden düşmedikçe pilavımızdan taş çıkar.

Aralık 2019 / İzmir

*Metin Altıok / Ben üzre