Öncelikle güzel İzmir’imizin aydınlık yüzlü, demokrasi ve özgürlükler sevdalısı her biri birbirinden değerli hoşgörü kültürünü içselleştirmiş, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği, her yerinde dört mevsimini yaşadığımız vatan topraklarını ve cumhuriyet değerlerini her şeyin üstünde tutan değerli İzmirli hemşerilerimize,

“MERHABA” diyerek başlamak istiyorum ilk yazıma;

BAŞLARKEN…Genç, Dinamik bir yapılanma ile demokrasi, hukuk ve eşit yurttaşlık kavramlarından ödün vermeden, kalemlerini özgürce kullanan, birçok ulusal gazetelerin yandaş destekleri ile ayakta zor durduğu bir dönemde günlük gazete çıkararak halka doğruları objektif olarak yansıtan İz Gazete’nin emekçileri, başta İzmir olmak üzere, egemiz ve ülkemiz için gelecekte çok büyük değer olacaktır.  

İnsanoğlunun ihtiyaçları sınırsız ve sonsuzdur. Ekonomi biliminin varlığı da bu ihtiyaçlar karşılamak için eldeki kıt kaynakları en iyi ve yararlı şekilde kullanma, yönetme ve hayata geçirme sanatıdır. 

Bunun bir ötesi ve vazgeçilmezi de bu kaynakların adil dağıtımı ve paylaşımıdır. Hani deriz ya “Biri Yer Biri Bakar Kıyamet Ondan Kopar” işte buna olanak tanımayan adil bir paylaşımdan söz ediyoruz.

Bundan sonra siz değerli okuyucularımla burada, para ve sermaye piyasaları, emek, faiz, yatırım, üretim, istihdam, sektör değerlendirmeleri, uluslararası ekonomi, makro ve mikro ekonomi, piyasaların (Borsa, Döviz, Altın, Petrol, Emlak, Otomotiv, Dijital ve Kripto Paralar... vs.) temel ve teknik analizi ile konularında hem alaylı, hem mektepli, hem de bir iş insanı olarak, özellikle gündemi de ilgilendiren konularda görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.

Ekonomi Biliminden bahsederken, sınırlı kaynaklarla sınırsız ve sonsuz ihtiyaçların karşılanması sanatı demiştik. Bu nedenle, Ekonomi Bilimi dipsiz bir kuyuya benzer ve birçok bilimle iç içe birlikte yürümektedir. Matematik ve istatistik ile yaşanan ve yaşanacak durumları rakamlar ve grafiklerle teknik ölçüm ve değerlendirmeye çalışıyor, yön belirliyoruz. 

Sosyoloji ve psikoloji ile halkın beklentilerini, tasarruf ve harcama eğilimleri, nereye doğru sürükleneceğini, hangi psikoloji ile piyasaları etkileyeceği bu kavramlar içerisinde değerlendirilir. 

Örneğin; Dolar on lira olacak veya altın daha fazla prim yapacak söylem, spekülasyon ya da manipülasyonları yatırımcıların tasarruf araçlarını kullanmasında sosyolojik ve psikolojik davranışları sürü psikolojisi ile piyasalar üzerinde ciddi etkiler yaratır. Sadece bu söylem üzerine nedenleri ve niçinleri ile sayfalarca değerlendirme yapılır. 

Sadece kişilerin değil devletinde psikolojisi oluyor. Daha bir ay öncesinde doların 7 TL psikolojik sınırını geçmemesi için merkez bankamız piyasalarda neler yaptı hepimiz biliyoruz. Bunları çoğaltabiliriz, kısaca ekonominin birçok bilimle omuz omuza ortak çıkar ve çalışması vardır.
Hepimizi en çok ilgilendiren konu ise siyasetin ve politikaların ekonomi ile karmaşık ilişkileridir. Bazen bu ilişkilerin bilimde karşılığını bulamayız.  Bunlara ilave olarak bir de ekonomik çıkarlar için dinin siyasete ve politikalara alet edilmesini eklersek soyut kavramlar üzerinden bilimsel açıklamalar yapmakta daha da zorlanacağız gibi gözükmektedir.

Devletler bir organizasyondur. Ekonomilerini tercih ettikleri yönetim biçimlerine göre şekillendirirler. Kapitalist, sosyalist, Marksist, liberal, feodal, karma vs… Piyasalarda, bu yönetim biçimlerine göre şekillenir. 

Bugünün dünyasında yaşanan en önemli savaş; ekonomik savaştır. Yaşanan bu savaşta ve iktidar olma yarışında bu modeller iç içe geçmiştir. 
Toprağa dayalı Feodal ekonomi orta çağ dönemi ekonomisi olmasına rağmen bugün bazı yerlerde uygulandığı bilinmektedir.

“Aslanı Kediye boğduran” ve bugün dünyanın birçok yerinde acımasız bir şekilde nefes alan kapitalist sistem, 1776 “Ulusların Zenginliği” kitabını yazan Adam Smith “BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER” dediği ünlü tezi “Keynesyen Ekonomi”yi ortaya çıkaran 1929 ekonomik krizine kadar hayat bulmuştur.
“Altta kalanın canı çıksın” hissi uyandıran liberal ekonomi… 

Bir model de ben söyleyeyim… “OTORİTER EKONOMİ” veya dikta ekonomisi, kayıran ve kollayan ekonomi… senin ne düşündüğün benim için önemli değil, ben bildiğimi yaparım hissiyatına sahip, halkın çoğunluğunu şiddet ve baskı yoluyla karar ve yönetim süreçlerinden uzak tutan ve hesap vermeyen bir model.

Bu nedenledir ki; ülkelerin yönetim biçimleri ekonomi tercihleri ve daha da önemlisi ülkeyi yöneten liderlerin ve kabinelerinin özelliği ekonomi üzerinde önemli bir şekilde rol oynamıştır. 

Dünyanın süper gücü diye bilinen Amerika ve Türkiye’den birer örnekle açıklarsam; dünyada ekonomi savaşını ve otoriter, dikta, kayıran ve kollayan ekonomiye daha da açıklık getirmiş oluruz. Bunu şu amaçla belirtmek isterim.  Ekonomiyi yazarken siyaseti ve politikaları da yazı içeriğinde bulacaksınız.
Her iki örnekte de halkın parası, halkın vergileri ile yaratılmış olduğu kaynak kullanılmıştır.

2001 yılında 11 Eylül sonrası ABD Irak’a müdahale etti. ABD ordusunun 4.572 kayıp verdiği sınır ötesi operasyonlarda tam 2 trilyon dolar harcadı. Ölen askerler ABD vatandaşı,  harcanan Para ABD halkının parası… 

Amerika’nın Irak’ı çok sevdiğinden mi? Hayır... Bölgedeki enerji kaynakları ve petrol, yani ekonomik çıkarlar için ekonomi savaşı.

Benzer bir durum hatırlarsınız Körfez Savaşında, 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’a atfen ama ABD Büyükelçisi tarafından Özal’a söylenildiği iddia edilen, “BİR KOYUP ÜÇ ALACAĞIZ” lafı, büyük bir ekonomik kazanım elde edeceğiz anlamı taşımaktaydı.

Hükümetlerin izlediği politikaların ekonomiye olumlu veya olumsuz yönde direkt etkileri vardır. Ülkemiz için daha geniş platformlarda tartışılacak konu başlıklarına baktığımızda, Irak, Suriye, Libya, terörün bertaraf edilmesi, özelleştirme, kotalı yap-işlet projelerinde izlediği doğru veya yanlış politikaların faturası ülkenin ekonomisine direkt yansımaktadır. 

Yeni adı ile 15 Temmuz Şehitler eski adı ile Birinci Boğaziçi Köprüsü 1973 yılında açılmıştır. Uzunluğu 1.560 metre Genişliği 39 metre, ülkemize maliyeti; 21 Milyon 774 Bin ABD dolarıdır. 

1988 de açılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Uzunluğu 1.510 metre, genişliği 39 metre, ülkemize maliyeti, 125 Milyon dolardır. Her iki köprüden de geçiş ücreti 10,50 TL ayrıca, Kota ve taahhüt yok ve bayramlarda ücretsiz.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü 2016 yılında açıldı. Uzunluğu 1.875 metre Genişliği 59 metre, Ülkemize maliyeti; 4,5 milyar (4 Milyar 473 Milyon 684 Bin) ABD dolarıdır. 7 Yıl 8 Ay (2.815 Gün) ve günlük 135 bin araç geçiş taahhüdü verilmiştir. Geçiş ücreti 21,90 TL, bayramlarda ücretli, 
Yıllık taahhüt edilen araç sayısı 49.275.000, yaklaşık 50 milyon araç, 
Son 3 yılda geçen toplam araç 41 milyon 805 bin adet, 3 yıl için taahhüt edilen araç sayısı 148 milyon.

Hani devletin kasasından bir kuruş çıkmayacaktı…

Gelelim köprü maliyetlerini kabaca karşılaştırmaya; Birinci Köprü 1973, Yavuz Sultan Selim Köprüsü 2016 yılında açıldı. 1973-2016 arasında ABD doları % 550 enflasyona uğramıştır. Buna göre Birinci Köprünün maliyeti, 2016 yılına kadar olan kısmı, enflasyona göre 121 Milyon dolara eşittir. Yani 2016 yılında birinci köprü gibi bir köprü yapmak isteseydik 121 milyon dolar ödeyecektik. Hadi diyelim 150 milyon dolar olsun. Şimdi; 30 Adet birinci köprü maliyetine, 1 Adet Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapıldı.

Gerisini ülkemizi seven herkes düşünsün…

Yazımızın başlarken diye başlayarak yazdığımız ve buraya kadar olan kısmında, ekonominin ne olup olmadığı ve bundan sonraki yazılarıma örnek teşkil edecek analiz ve yorumlamaları yansıtmaya çalıştım. 

İlkini, gelecek cuma günü yazacağım “Ekonom-iz Teknik” bölümünde rakamlarla piyasalara değineceğim. Borsa, döviz, faiz, altın vb gibi parasal değerler ve tasarruf araçları ile ilgili temel ve teknik analizler yapacağım.

DÜNYA ÜZERİNDEN VİRÜS GEÇİYOR…

Ne oldu, nasıl oldu diye düşündüğümüzde; Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Şubat 2020 tarihinde COVİD-19 adını verdiği salgın; Korona virüs ilk olarak Çin'in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde 12 Aralık’ta tespit edildi. Vuhan Belediyesi Sağlık Komisyonu, 31 Aralık’ta kentteki Huanan Deniz Ürünleri Pazarı ile teması bulunan 27 kişide daha bu “Gizemli Hastalığın” görüldüğünü açıkladı. Dünya, Covid-19 salgınını ilk kez, Çin'in 31 Aralık 2019'da Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde kaynağı bilinmeyen gizemli bir solunum yolu rahatsızlığının ortaya çıktığını Dünya Sağlık Örgütü'ne bildirmesiyle haberdar oldu. 

7 Ocak'ta Dünya Sağlık Örgütü, hastalığın yeni tip bir korona virüsten kaynaklandığını açıkladı. Vuhan yerel hükümeti, 11 Ocak’ta virüsün salgına dönüştüğünü açıkladı ve ilk can kaybı yaşandı. 

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), korona virüsün (Covid-19), pandemi (salgın) olarak nitelendirildiğini korona virüs salgınında dünya çapında 11 Mart'a kadar 4 bin 291 can kaybı yaşandığını duyurdu. 

Türkiye'de ilk korona virüs vakası 11 Mart'ta görüldü. Bu tarihten sonraki süreci hepimiz biliyoruz. Güzel ülkemin insanları bu süreç ile ilgili dinleyerek, izleyerek, yaşayarak ve uygulayarak fazlası ile bilgi sahibi oldu. 

Yetmedi, anlattı, tartıştı, çözüm üretmeye çalıştı ve hatta bize bir şey olmaz noktasına kadar getirdi. 

Küresel olarak baktığımızda; Tüm ülkeler, sermayedarlar, ideolojiler, yönetimsel teoriler, Ülkelerin liderleri, ekonomik savaşlar, virüsten beklentisi olanlar terazinin kantarına çıktılar. 

Zaman her şeyin ilacı söyleminde olduğu gibi bu sürecinde kazanan ve kaybedenlerini zaman gösterecek. 

Fırtına bitip sular çekildiğinde en az hasarı gören ülkeler ve en çok hasarı gören ülkeler ortaya çıkacaktır. 

Covid-19 virüs krizini başarıyla yönetebilen politikacılar da bunun siyasi sermayesini hanelerine yazdıracaktır. Çünkü sivil halk devletin zor gününde yanında olması, kendisini koruması beklentisi içinde, şirketler ise ileride savunmasız bırakılmamak ve virüs öncesinde olduğu gibi üretmek ve rekabet etmek isteyecektir. 

Diğer taraftan Covid-19 virüsünün yaratmış olduğu ekonomik zarar ve sosyal yaşam üzerindeki çöküş nedeni ile milliyetçilik duygularının artacağı, geçirdiğimiz sürecin milliyetçiliği tetikleyeceği ve devlet otoritesini güçlendireceğini düşünmekteyim. Hükümetler, acil önlem paketleri ve tedbirler ile yönetimsel olarak ağırlığını daha da hissettirdi. Salgın krizi bittiğinde bile, elinde kazandığı kontrol gücünü bırakmakta isteksiz olacaklardır. 

Küresel kapitalizmde dramatik bir değişim yaşanacak olasılığı, tedarik zincirinin değişime uğraması,  zayıflaması ve hatta bozulmasından dolayı ülkelerde daha çok kendi kendine yetebilme içgüdüsünün gelişeceği, ülkelerin kendine yetebilir bir yol izlemeyi tercih edeceği, yerli üretime yoğunlaşacağı bir döneme geçilebileceği, korona virüs krizi önümüzdeki en az birkaç yıl ülkeleri, daha içe dönük bir bakış açısı geliştirmeye, başka ülkelerde ne olduğundan ziyade sınırlarında ne olduğuna odaklanmaya yöneltecektir.

Virüs, Ocak-Haziran 2020 döneminde tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini ve sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkiledi. Dünya ekonomisi açısından bakacak olursak, büyük bozulmalar yaşandı. Konuya kim battı kim çıktı olarak bakmaktansa her ülkenin kendi üretim yapısını tekrar değiştireceğini göz önünde bulundurarak aslında hangi stratejik sektörlerin hangi stratejik ülkelerde canlanacağını, ticaret yapısının nasıl değişeceğini, hangi sektörlerin daha çok istihdam toplayacağını ele almak akılcı bir yol olacaktır.

Korona krizi ile tüketim davranışlarına ve alınan önlemlere dayalı bazı sektörler öne çıkacaktır. Sağlık, Temizlik, gıda, lojistik ve ilaç sektörü gibi alanlara olan ilgi bu sektörlerin rekabet avantajını artırabileceği, üretim dinamikleri ve istihdam açısından olumlu gelişmelere tanık olacağız.

VİRÜS HERKESE BİR ŞEYLER ÖĞRETTİ…

Süreçte yaşananlar ülkeler açısından “Göründükleri kadar değilmiş” dedirtecek durumlar yaşattı. Denize düşen yılana sarılır misali gerek ülkeler gerek ise şirketler ve gerçek kişiler “VAHŞİ BİREYCİ” yüzlerini ortaya çıkardılar.

Euro Bölgesinde İtalya yalnız bırakıldı. Sokaklarda Alman bayrakları yakıldı. İtalya’ya gidecek 110 bin maskeye Çekya devleti el koydu. Benzeri bir durum Fransa ile yaşandı.

İtalya açısından bakıldığında “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı asla unutmaz” sözünde olduğu gibi önümüzdeki süreçte sular çekilince zor gününde yanında olmayan Avrupa Birliğinin geleceği de tartışılacaktır.

Dünya ticareti ve ekonomik beklentiler virüs gerekçesi ile yeniden şekillenecektir. Tabi ki uluslararası Örgütlerde bundan nasibini alacaktır. Zaten bu yöndeki gelişmeler hemen kendini gösterdi. ABD; Dünya Sağlık Örgütünün Pekin (Çin) yönetimi ile birlikte hareket ettiğini, DSÖ’nün Çin’in kuklası olduğunu açıkladı.

ABD-Çin Ticaretinde, 22 Trilyon dolar dış borcu olan ABD, dezavantajlı durumda, ciddi boyutlarda ticaret açığı var ve son yıllarda fiili bir ekonomik savaş var. Yıllardır kota ve vergi uygulamaları ile bu savaş devam ediyor. 

Çin virüsü gizlemekle ve yayılmasına sebep olmakla suçlanıyor. Başta ABD ve Almanya olmak üzere birçok ülke Çin’e dava açtılar ve açacaklar. Ülkeler ciddi miktarlarda paketler açıklayarak hayata geçirdiler, bu tutarları önümüzdeki süreçte Çin’den tazmin etme yoluna gideceklerdir.

Virüsle savaşta, Almanya, Güney Kore ve Singapur süreci iyi yönetenler listesinin başına adlarını yazdırdılar.

Salgın fayda sağlar mı? Diye sorsak! Nasıl fayda sağlar ki dersiniz. 

Maalesef sağladı. Sıkı karantina uygulayan on ülkede yapılan araştırmada hava kirliliği % 60 civarında azaldı. Dünya nefes aldı da diyebiliriz.

Salgın nihayet bitecektir. Dünya, geçmişte de olduğu gibi kriz veya krizler sonrası neler yapacağına dair hafıza ve tecrübeye sahiptir. Tıpkı 1929 Ekonomi krizinden çıkmak için izlediği politikalarda olduğu gibi. 1929 da 50 milyon işsiz oluştu. Bugünkü krizde oluşan işsizlik sayısı belki bu rakamları da geçecektir. 

Bir örnek desem; O dönemde KEYNESYEN EKONOMİNİN ana felsefelerinden biri olan “Durgun ekonomide devlet para arzını artırarak faiz oranlarını düşürmek suretiyle yatırım harcamalarını teşvik etmelidir. Bu noktada arzu edilebilir bir gelişme sağlanamazsa, devlet kendi cari ve yatırım harcamaları ile milli gelir üzerinde olumlu bir etki yaratarak işsizlik oranını azaltabilir" ifadesi gereği, birçok ülke bu yönde hareket edip paketler açıklayarak piyasaları likidite etti. Bunların bir kısmı hibe bir kısmı da düşük faiz oranlı destek kredileridir. 

Her büyük kriz kendi ekonomi modelini yaratır, bakalım nasıl bir model dünyayı düzlüğe çıkaracak

Türkiye’de korono krizi nasıl yönetiliyor konusunu aşağıda yazdığım başlıklarla gelecek hafta yazacağım.
-    FAHRETTİN KOCA İYİ YÖNETTİ Mİ? YOKSA YÖNETİLDİ Mİ?
-    YARIM YAMALAK İŞLER Mİ YAPILDI?
-    İNANMAK VEYA İNANMAMAK, MAKYAJ VAR MI?
# Sağlığı olanın umudu, umudu olanın her şeyi var demektir.