Geçenlerde bir edebiyat sitesinde gördüm: Adlarını yeni duyduğum özellikle genç yazarlara sormuşlar, nasıl yazar oldunuz, diye. Onlar da tevazu gösterip “Yok canım, yazar olmak o kadar kolay mı? Biz yazar olma heveslisiyiz, yazar olup olmadığımıza biz değil, okurlar karar verecek,” demek yerine başlamışlar anlatmaya: Yok efendim şöyle yok efendim böyle, bir yığın laf salatası… Yazar olduklarına inanmışlar yani. Fakat yazdıkların türün ustalarından kaçını tanıyorsunuz, kaçının kaç kitabını okudunuz, diye sorsanız, hık mık…

Hatırlarım: 90’lı yılların ikinci yarısında Kemeraltı’ndaki 2. Beyler sokakta (bilirsiniz belki de) Ercan Kitabevi vardı. Günlerimin büyük çoğunluğu orada geçerdi. Öykü ya da şiir yazdıklarına inanan bazı gençler koltuk altlarına dosyalarını kıstırıp gelirler, (beni usta filan sanıp) değerlendirmem için uzatırlardı. Yazdıklarına bakmadan önce hangi yazarları ya da şairleri sevdiklerini, onların hangi şiirlerini (ya da öykülerini) beğendiklerini sorardım. Sözgelimi, Fuzuli’den, Yunus’tan tutalım Nâzım’a, A. Haşim’e, A. İlhan’a, C. Süreya’ya, T. Uyar’a, H. Yavuz’a kadar… İnanın bana, birçoğu bu adları ilk kez duyuyordu. Ama kerametleri kendilerinden menkul olduğu için ‘şiir’ de yazabiliyorlardı.

Eskilere, çok eskilere gidiyorum. Manisa Ortaokulundaki Türkçe öğretmenime. Her dersinin başında bize kısa birer öykü okumalarına… Bana Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı adlı kitabını verip okumamı istemesine… Sonraki yıllarımda Kerime Nadir’in romanlarını okumalarım, ilk şiir karalamalarım, felsefeye merak salıp Montaigne’i adeta ezberlemelerim… Uzun, çileli bir yolculuk tabii. Üstelik bunlara Marquez’i, Saramago’yu, T. Bernhard’ı, H. Hesse’i, J. Cortazar’ı, Dostoyevski’yi, Puşkin’i, Tolstoy’u, Maupassant’ı, P. Roth’u, Dag Solstad’ı, Per Peterson’u ve daha nicelerini ekleyerek, yazdıklarını başucuna koyarak yapılan yolculuk.

Affedersiniz ama bana bugün bile “Nasıl yazar oldunuz?” diye sorsalar yanıtlamam. Yazar olduğumun ya da olmadığımın kararını ben değil, okurlar verir. Sosyoloji Profesörü Emre Kongar bile “Ben bir sosyoloji öğrencisiyim” dedikten sonra henüz 30’lu (hatta 40’lı) yaşlarını idrak eden genç kardeşlerimizin kendilerini el çabukluğu marifet yazar/şair olarak tanıtmaları, neredeyse edebiyatın kendileriyle başladığına inanmaları bana garip geliyor. Kuşkusuz, edebiyatın yaşla bu kadar doğrudan ilişkisi yok ama yıllar içinde edinilen deneyimi de bir tarafa bırakmak doğru olmaz. Evet, edebiyat uzun, çileli ve devamlılık isteyen bir sanat alanıdır. Eğer şiir yazıyorsanız Türk ve dünya şiirinden bihaber olmayacaksınız. Öykü ya da roman yazacaksanız Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i okumuş olmalısınız. Boynunuzdaki fular, çenenizdeki sakal, gözlükleriniz, piponuz, pozlarınız sizi yazar yapmaz, yapamaz çünkü.