Yaşam hızla akıp giderken en çok atladığımız durum ‘kendimize bakmak’ oluyor.

Çevremizde olup bitenlerle ilgilenmek ve özellikle sosyal medyanın yaşamımızın büyük bölümünün içinde yer alarak bizi yönlendirdiği durum hep başkalarına bakmak ve başkalarıyla ilgilenmek üzerine.

Fark etmeden, kendimize bakmayı unutuyoruz ya da atlıyoruz. Örneğin, twitterda gezinti yaparken kim demiş, 140 karakter kullanarak olayları nasıl ifade etmiş, sözcükler nasıl bir ahenk içinde diye düşünüyoruz. Sonra hemen ben nasıl onun yazdığı gibi yazabilirim, kendimi nasıl daha iyi ifade edebilirim onun ifade ettiği gibi zihnimizde beliren sorularla boğuşmaya başlarız.

Kimi zaman gönlümüzden geçtiği gibi hiç başkalarının ne yazdığını ya da nasıl ifade ettiğini incelemeden de karalamak mümkün olabiliyor. Öyle zamanlarda, yazdıktan sonra kıyaslama süreci başlayabilir. Kıyaslama yaparken de yine nitelikten önce niceliksel değerlendirmeler öne çıkmaya başlıyor son günlerde. Benimki 50 retweet aldı, bir fotoğraf yükledim ki sorma 200 beğeni aldı gibi.

Bahsettiğim konular, normal dışı değil, normal olan durumlarla ilgili. Herhangi bir eksiklik ya da fazlalık olduğunu söyleyemem. Diyebileceğim tek şey böylesine iç içeyken ve herkese kendimizi yakın hissediyorken kendimize bakmaya müsaade edebileceğimiz bir alan açabilir miyiz?

Yaşamın bize yüklediği bazı sorumluluklar var. Bunlardan en sıkıcı olanı belki de ekonomik gelir elde etme zorunluluğu. Kimseye bağımlı olmadan, kendimizi idare edebilmek için beli bir bütçeye gereksinim duyarız. Bu miktar, TÜİK verilerine göre asgari ücretin çok üzerinde. Temel bir istihdam alanında yer alsak sınırda yaşayabiliriz. Yeterliliklerimiz ön plana çıkıyorsa ve iyi eğitim aldıysak miktar artabiliyor. Miktar arttıkça hizmet ettiğimiz kitlenin aynı oranda sömürü gücü artıyor. Sömürü düzenine ve köleliğe daha çok hizmet etmiş oluyoruz.

İçinde yaşadığımız düzen, insanları köleleştirme ve sömürme üzerine kurulu. Çevremizde, sadece sermayesi olduğu için binlerce insanın emeğinden ve zamanından yararlanarak, paha biçilmesi çok zor olan bu verilenlere kendince belirlediği bir bedel belirleyip ödeme yapan patronlar var. Patronsuz yaşamı savunmanın zor olduğu ülkemizde, sömürü düzeninin bir takım biat düşünceleriyle entegre olmuş hali en acınılası durumumuz  diyebilirim. Biat etmek, kendine bakmamayı gerektirir. Gönlünün sesini dinleme, bir başkası senin yerine karar sürecini işletiyor, zihnin açık olsun yeter diyor bu düzen.

Şimdilerde, ölmek korkusu zihnimizi kemirirken kendimize hiç bakamadığımız günlerden daha sert geçiyoruz. Böyle dönemlerde bir kapı aralamanın mümkün olabileceğini hissediyorum. Kimseye bir önerim yok, sadece kendimizi ‘ben’ diyerek hissedebileceğimiz ve gönlümüzden gelen duygularla yan yana hissetmeye fırsat verebilir miyiz ki?

Hiçbir şeyden korkmadan yaşamanın mümkün olduğu ve yaşamın şefkatle bezendiği bir anlayışı egemen kılmanın yöntemini arıyorum. Arama işleminin ilk adımı kendime bakmak oldu. Sizinle paylaştıklarım, sizinle paylaşacaklarım kendimi kendime biraz daha yakınlaştırıyor. Size samimiyetsiz olamadığımı fark ettim. İçimden gelmiyorsa yazamıyorum. Bu ara, biraz az içimden geldiği için yazamıyorum. Yazmak istediğim konular bize öyle uzak ki. Yakınlaştırmak için topyekün mücadelenin minik formüllerini bulmak için çabalıyorum.

Bayramın hemen öncesi ve bayram sırasında Şirince’deyim. Öze dönmek ve özünde kök salmak vardır ya, tamamen bu duygunun peşindeyim, iyi geliyor; kendime bakıyorum,  manzara güzel.