Virüs salgını nedeniyle hepimiz evlere kapanınca televizyon ister istemez boş bir icada dönüştü hepimiz için. Şeffaf ve katılımcı bilgilendirmenin yapılmadığını iyice anladıkça da sosyal medya kullanımı artmaya başladı. Özellikle özgün içerik üreten hesapların takipçisi artmaya bir yandan da kötü kullanıma daha elverişli bir hal almaya başladı. Belki siz de rsatlamışsınızdır. Bir duvar yazılamasının fotoğrafı paylaşılmıştı. ‘Corona is the virus, Capitalism is the pandemic’ yazıyordu. ‘Korana bir virüstür, Kapitilizm ise geniş kitleleri tehdit eden bulaşıcı bir hastalıktı’’ şeklinde çevrilebilecek çok zekice yazılmış bir yazıydı. Tam da 20 yaş altı gençlerin ve çocukların sokağa çıkma yasağı konup ertesinde ‘çalışan 18-20 yaş arası hariç’ şeklinde bir düzeltme geldiği anda.

65+ insanlara bu yasak geldiğinde de bunun kaç kişiyi olumsuz etkilediği üzerinde de düşünmüştüm. Örneğin, emekli maaşı ile geçinemediği için taksi şöförlüğü yapan 65+ yaşında çokça taksi şöförüne rastladım İzmir’de. Engelli çocuğunun bakım masrafları ya da torunlarının okul masraflarını, oğlu ve gelini işsiz olduğu için karşılamak zorunda kalan bu insanlar şimdi bu durumda ne yapıyor diye düşünen oldu mu örneğin bu kararı alanlar arasında? 65+ olup çalışmak zorunda olanlar bu yasaktan muaftır demeye utandı mı yoksa ‘sosyal devlet’ ?

Ya da girişte bahsettiğim genç emekçilerden ve hatta çocuk işçilerden bahsedelim biraz. Okullu olan yaşıtları halk sağlığını korumak için ve taşıyıcılığı engellemek için evlerinde zorla tutulurken bu çocukları salgın riskiyle sokaklarda bulundurmak ne kadar elzemdi? Zaten çoğu sigortasız ve stajyer maaşı ile fabrikalarda 10-12 saat çalıştırılan bu çocukların salgından etkilenme olasılıkları, okullu yaşıtlarından daha mı düşüktü? Bu çocuklar toplum taşıma kullanıp, dışarda her türlü salgın teması içinde bulunup, sağlıksız fabrika ortamlarında çalışırken hastalığa yakalanır ve bu virüsü evlerine taşırsa bu vebali fabrika patronları mı üstlenecekti?

Ücretsiz izne çıkarma hikayelerine görece alıştık bu 1 ay içinde. Kısa çalışma ödeneği başvuruları aldı başını gitti. Zorla yıllık izin hakları kullandırılan ve yıllık izinlerinde eve hapsedilen beyaz/mavi yakalıları ve kamu emekçileri mevzularını görece kanıksadık. İnşaatlarda ve tekstil atölyelerinde işten çıkarılanların yanı sıra çalışmaya devam eden işçilerin sağlık koşullarının ne kadar kötü olduğunu gördük hep birlikte.

Ya da gündelik kazanç ile geçinen ve TÜİK verileri içinde yer almayan, sigortasız çalıştıkları için de işsiz kaldıkları istatistiklere bile girmeyecek olan 5 milyondan fazla insan var şu Türkiye’de. Kafe, bar, restoran, kahvehane çalışanları, okul servisi şöförleri, evlere gündeliğe giden kadınlar, mevsimlik tarım işçileri, kurumsal olmayan mağaza-butik çalışanları vs vs. Ya da kirasını ödeyemeyecek olan kapalı iş yeri sahibi esnaflar ve bunun yol açtığı yüzbinlerce istihdam dışı insan...

Evet; bu virüs kimlik ayırmadan, ırk, dil, din, yaş, cinsiyet demeden tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ama yakıcılığı yine emeği ile geçinenleri geldi buldu. Mesele global! Ama virüsün varlığından ötürü değil, kapitalist devlet sistemlerinin almadığı tedbirler yüzünden daha yakıcı. Sermaye ve rant ilişkisi içindeki kişi ve sistemleri, çalışma koşullarının steril olması, iş güvenliğinin sağlanmış olması, sağlık hizmetlerine erişimi gibi konularda pek etkilemedi bu hikaye. Olan yine emeğinin teri ile çalışanlara oldu, gün kazanıp gün harcayanlara oldu.

Korona bir virüs olarak girdi hayatımıza ama tek başına bunun çok geniş halk kitlelerini etkilemeye başlayan bir salgına dönüşmesi kapitalizm sayesinde oldu. Zorunlu üretilmesi gerekn mal ve hizmetler dışında herkesi ücretli izine göndermeyen bir ülke olarak da hergün onlarca insanı kaybediyor ve tünelin ucunu göremiyoruz.

Sosyal devleri sosyal devlet yapan vergi konusunda bile sosyal olamayan devletimiz, daha önce vergi bocunu sildiği iş insanlarından, bu yıl ki vergilerinden düşmek üzere bağış alırken; senin benim gibi bağış yaparak dayanışma ağına katılan ücretlerin ödediği vergileri düşünmedi bile. Bu son örnek bile kapitalci devlet sisteminin emek ve sermaye karşında nerde durduğunu göstermiyor mu?