Anneme…

Kadınların kıyamı başladı… Sabırla taranan saçın dağınıklığı… Ağla

Ses eskidi beklerken onlar… Ayak izleri eskidi, ağaçlarda yaprak hışırtısı, kuşların dili çocuk ağızlarında… Eskidi.

Eskidi onların elemli soluğundan örümcek ağları, ipek kozaları, karınca yuvaları eskidi. Örgülerini söküyorlar kazaklardan, örgülerini söküyorlar saçlardan, ilmeklerini iplerden… Eskidi.

Hesap edilemedi beklerken tutulan çetelenin hacmi. Gidemezler. Taşların yaşı, rüzgârın yaşı, doğurmanın ve öç almanın yaşı… Yaşlanmadılar. Beklediler. Onlarla bekleyen her şey genç kaldı. Gencecik kaldı.

Gidemezler. Kalamazlar. Duramazlar. Sarsılırlar…

Kendi bedenlerinde uyumuyorlar, biliniyor bu. Geceleri kendi tenlerinde uyumuyorlar. Ağızlarında lokma dizili her öğün haram… Taşları yiyorlar, suları öperek içiyorlar, ellerini gezdiriyorlar toprağın yüzünde… Yüzünde

Uyumuyorlar kendi bedenlerinde, beklemekle kazandıkları bazı maharetleri var. Beklemekten sesleri değişmiştir, beklemekten gözlerinin rengi… Ölüsünü bekleyen kadınların gözlerinin rengi… Ölümü bekleyen kadınların gözlerinin hükmü…

Son bir kere sarılmak, son bir kere kulağına fısıldamak adını, adına doldurduğu cümle hayatı… Son bir kere yağmalanmış etiyle kucaklaşmak ölenlerimizin, öldürülenlerimizin.

Bekleyen kadınlar ölüm ile gaip arasında saçlarından gerildiler. Gaipten sesler inlediler, seslerden kayıpların adlarını, karanlıktan cemresiz kışlar, çocuklardan demirden sorular dinlediler. Dinlediler ki onlar; kadınlar!

Yavan ekmek, ıslak yorgan ve ayakları kesen terliklerle sabahın hükmü başlar. Terle başlar hasretin kokusu, her sesi üzerine alınan birinin tavşan uykusuyla başlar gün. Bekleyen kadınlar hani, ceylan huyuyla başlayıp nöbetlerinin besmelesine, yırtıcı kuşdiliyle âmin derler.

(Tiz bir ses duyulur)

Ağzını toprağa dayamış birine ne söylerdiniz? Tırnaklarını toprağa saplamış birine? Gözlerini sıkıca tutmuş birine…

Ne söylerdiniz?

Gözlerimizi çeviriyoruz ki oradalar. Uykularımızdan uyanıyoruz ama hala oradalar, seviyoruz, sevişiyoruz ki hala… Hala… Hala…

Ölüler bir faydır. Orman kuytularına atılanlar, toplu mezarlara yığılanlar, kuyulara gömülenler, maden ocaklarında üzerlerine dünya dökülenler, mazlumlar meclisinden koparılmış her nevi beşer birere faydır. Fay. Dünyaya atılmış birer kesiktir.

Kadınlar bekliyor. Yeryüzünde uğuldayan kardeşlerinin kadim hatırası için bekliyorlar. Beklemekten aldıkları terbiyeyle bekliyorlar. Yeryüzü tenleridir onların.

Yeryüzü onlara armağanlar vermek ister. Çiçekler verir, yer altı suları verir, meyveler sunar… Beklediklerini veremez! Kemikler verir, hırpalanmış giysiler verir, çürümüş potinler verir de… Beklediklerini veremez!

İnsan bir soluktur. İnsan bir ten sıcağıdır. Bir gülüştür altı üstü insan. Gülüşten, tenden ve soluktan ibaret!

(Sessizlik sesi, bir süre…)

Dal!

-kırık

Dağ!

-yıkık

Dam!

-bozuk

Dal

-çiçek

Dağ

-dil

Dam

-örtülür

Kadınların beklerden ay ışığı değmiş saçları, örtülmez. Kadınların beklerken sustukları dil, konuşmaz. Kadınların beklerken okşadıkları çiçek, meyveye durmaz. Beklemek kalabalıklaşır. Bekleyenler artık bir kavimdir. Bekleyenler artık bir dindir. Bekleyenler artık hiçbir suretle ayrılamayacak biçimde bir birine bağlanmış damarlardır.

Onlar beklerler, bulurlar, yine beklerler, beklerken öğrendikleri her şeyi kuşaklar boyunca anlatırlar, anlatırlar, anlatırlar…

Kadınlar bir fay hattıdır, üzerine atılmış zinciri eskitir, özgürlük diye giydirilen teni yırtar ve bir daha doğarlar, bir daha, bir daha… Kadın ve dağ silsilesi…

Bir kıyam başlar, bir kıyamet başlar!