İzmir'in tarih sahnesindeki unutulmaz anlarından biri, hiç şüphesiz, 1828'de yaşanan ve tarih kitaplarında sadece bir ayaklanma olarak geçen, ama aslında çok daha fazlasını ifade eden olaydır.

Bu, Yunan İsyanı'nın getirdiği kargaşa ortamında, buğdayın ve unun karaborsaya düşmesiyle başlayan ve ekmek fiyatlarının el yakar hale gelmesiyle zirveye ulaşan bir dönemeçti. Ancak bu öykünün gerçek kahramanları, beklenmedik bir hamleyle, İzmir'in kadınları oldu.

Bir zamanlar, İzmir'in kalbi Kadifekale'de, Tilkilik'in sokaklarında, Namazgah'ın yokuşlarında ve Damlacık'ın dar geçitlerinde, tarih sayfalarını yeniden yazacak bir hikâye yeşerdi. Bu, sadece bir ekmek zammıyla başlayıp, bir kadın ayaklanmasıyla sonuçlanan olağanüstü bir serüvenin öyküsüydü. O yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu'nun hem kendi hem insanı en güzel şehirlerinden biri olan İzmir’de yaşananlar, dünyadaki en çarpıcı kadın isyanını ortaya çıkardı.

Erkekler, önce geleneksel yollarla bu zamma itiraz ettiler; lakin ne çare, seslerini duyuramadılar. Ancak unutulmamalıdır ki, her büyük öykü, bir umutsuzluk anında, kahramanını bulur. Erkeklerin sesleri, bu zor zamanlarda yankı bulamayınca, İzmir'in kadınları, bir destan yazmaya karar verdi. Çocuklarını da yanlarına alarak, üç gün boyunca şehrin sokaklarını, adeta bir halk tiyatrosunun sahnesine çevirdiler. Bu, yalnızca bir ekmek mücadelesi değil, aynı zamanda derin bir adalet arayışıydı. Günlerce süren bu gösteriler, sadece İzmir'in değil, belki de dünyanın, kadın eliyle yazılmış en güçlü devrimlerinden biri oldu. İzmir Valisi Hasan Paşa, bu isyan karşısında, ateş açılmaması emrini vererek insancıl tepkisini gösterdi.

Üç gün süren bu inanılmaz direnişin sonunda, Paşa, fiyatları kontrol altına alma kararı almak zorunda kaldı. Fiyatlara "narh" koyma kararı, bu cesur kadınların, sadece kendi hakları için değil, tüm İzmir halkının refahı için verdiği mücadelenin bir zaferiydi. Ancak bu olaylar sırasında, kadınlar bir başka önemli eyleme daha imza attılar; karakol komutanı Hacı Bey'i, şehir dışına çıkma noktasına getirdiler. Bu, onların sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve siyasal bir güce de sahip olduklarının kanıtıydı.

Öykünün en dokunaklı kısmı ise, Hasan Paşa'nın, yeni görev yeri için İzmir'den ayrılmasıyla yaşandı. Aynı kadınlar, günler öncesinde şehrin sokaklarını ayağa kaldıranlar, bu sefer gözyaşları içinde, Paşa'yı Kemerköprü'den uğurladılar. Bu, belki de bir veda değil, derin bir saygı ve minnettarlığın ifadesiydi. Çünkü Paşa, onların sesini duyan ve onlara insanca muamele eden bir yöneticiydi.

İzmir'in cesur kadınlarının öyküsü, bize, adaletin ve mücadelenin, bazen en beklenmedik yerlerden nasıl yeşerebileceğini gösteriyor. Bu öykü, aynı zamanda, bir toplumun, özellikle de kadınlarının, kendi kaderlerini nasıl şekillendirebileceklerinin de bir kanıtı. İzmir'in kadınları, ekmek ve adalet mücadelesinde gösterdikleri cesaret ve kararlılıkla, tarih sayfalarında sadece bir ayaklanma olarak kalmayıp, ilham veren birer cesur kadınlar olarak yerlerini aldılar.

Sonuç mu? Ekmek zammı geri alındı. Kadınların bu zaferi, sadece bir ekonomik kazanım değil, aynı zamanda sosyal bir dönüşümün de habercisiydi. İzmirli kadınlar, belki de farkında olmadan, kadınların toplumdaki yerini ve gücünü yeniden tanımladılar. Onlar, tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmayı reddeden, kendi kaderlerini kendi elleriyle yazmaya karar veren cesur yüreklerdi.

Dönemin gözlemcilerinden biri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun İzmir'deki elçisi, dünya gezgini ve eski Smyrna'nın arkeolojik sırlarını gün yüzüne çıkaran Baron Anton Prokesch Von Osten idi. Osten, yaşadıklarını ve tanık olduğu tarihî anları, 1834 yılında Avusturya'da yayımlanan ve o dönemin edebi zenginliklerini kayıt altına alan "Jahrbücher der Literatur" adlı derginin saygın sayfalarında paylaştı. İzmir'in tozlu sokaklarında, Türk kadınının, ekmek zammına karşı verdiği onurlu mücadeleyi gözlemleyen ve bunu kaleminden akıtıp bir edebiyat eserine dönüştüren Osten, bu olayları 67 ve 68'inci sayılarda derinlemesine işledi. Onun yazdıkları, zamanın ruhunu yakalayan, Türk kadınının cesareti ve kararlılığını ölümsüzleştiren bir belge niteliğindeydi. Bu, sadece bir tarihî kayıt değil, aynı zamanda İzmir'de yaşananların ve Türk kadınının gücünün, uluslararası bir tanıklıkla dünya sahnesine taşındığının da kanıtıdır.

İzmir, her zaman yeniliklerin ve ilklerin peşinde koşan, Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan tarihinde birçok "ilk"e ev sahipliği yapan bir kent olarak, bu ayaklanmayla da öncü ruhunu bir kez daha tüm dünyaya kanıtlamıştır. Kadın hakları ve demokrasi mücadelesinde önemli bir kilometre taşı olan bu hareket, İzmirli kadınların, Amazonların cesur ruhunu miras alarak, kendi hakları için sokaklara dökülmesiyle tarihe geçmiştir. Bu protestolar, sadece ekmek zammına karşı bir ayaklanma değil, aynı zamanda İzmir kadınının, tarih boyunca suskunluğunu bozup, adalete ve eşitliğe giden yolda attığı cesur adımların en parlak örneklerinden biridir. İzmir, bu olaylarla, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da demokrasi ve kadın hakları tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur.

Ve güneş gülüşlü gözü pek biz kadınların sırrı şudur;
İzmir kadınları, güneşin ilk ışıklarıyla uyanır; hem güneşi doğurmak hem de ekmeğini yoğurmak için. Şehrin dokusunda yankı bulan ekmek zammına karşı gösterdikleri direniş, kadınların güçlü sesiyle şehri sarsar. Umudu mayalayarak, her dilde ekmeği özgürlükle yoğurur.