Twitter’de gördüm. U. Eco’ya atfen… Güya demiş ki, “Biz kitaplar için yaşayan insanlarız, böyle saçma bir dünyada bu onurlu bir şey” Mealen böyle. Aslında kimin söylediği önemli değil. Söz, güzel bir söz. Altına ben de imzamı atarım. Ben de öyle düşünüyorum. Kitaplarım olmasa yaşayıp yaşayamayacağımdan endişeliyim. Kerime Nadir’in romanlarını okuduğum 60’lı yılların ortalarından beri kitaplarım var ve geçen hemen her ay/hafta çoğalıyorlar. N’apayım, başka türlü yaşayamıyorum.
Birkaç gün önceydi, Yahya Kemal’in o dizesini hatırladım: “Ölmek kolay lâkin vatandan ayrılışın ızdırabı zor” Ben de ona atfen, “Ölmek kolay” dedim, “lâkin kitaplardan ayrılışın ızdırabı zor” Bunu dost toplantılarında sıklıkla söylerim.
İlhan Berk demişti: “Ben sıkıcı bir insanım” diye. Öyledir. Eminim öyledir. Gerçi kendisiyle sohbet etmişliğim yok ama sıkıcı biri olduğunu söylediği o TV programını da çok net hatırlıyorum. Gerçekten de, kolay şey midir sabahın bir saatinde kalkarak grand-tuvalet giyinip kuşanmak? Sonra masa başına geçmek ve saatlerce şiir çalışmak! Hayır, o çalışmasına çalışsın ama bir de eşini düşünün lütfen. Devam edelim: Bir de J. Saramago’yu düşünün. Eşi Pilar’ı… Görmek, Körlük, Ölümlü Nesneler, İsa’ya Göre İncil, Kabil, Kopyalanmış Adam, Mağara, Filin Yolculuğu, Ressamın Günlüğü, Ölüm Bir Varmış, Çatıdaki Pencere, Bütün İsimler… Ben hepsini okudum bu kitapların. Okurken hep nasıl yazabildiğini düşündüm. O yazarken eşi Pilar pilav mı yapıyordu? Nasıl katlandı yazmaya bu kadar bağlı birine?
Gelelim Gabriel Garcia Marquez’e… Yüzyıllık Yalnızlık’tan tutalım, Albay’a Kimseden Mektup Yok’a, oradan Şer Saatte’ye, Kolera Günlerinde Aşk’a, Aşk ve Öbür Cinler’e, Başkan Babamızın Sonbaharı’na, Kırmızı Pazartesi’ne…
Ben Stefan Zweig’ın da birçok kitabını okudum ama benim “favorim” Dünün Dünyası’dır. Bu kitabı onlarca kişiye önerdim, -nedense- kimse “Okudum, çok beğendim / beğenmedim” demedi. Birçoklarının okur göründüklerini ama gerçekte okumadıklarını tahmin ediyorum. “Valla ne bileyim, son zamanlarda kafam biraz…” diyerek tembelliklerine bahane buluyor bu gibiler. Yazar Sezai Sarıoğlu demişmiş, birinden duydum ben de: “Ya’u, insanlar okumamak için nasıl bu kadar vakit bulabiliyorlar!” Buluyorlar işte: Ellerinde telefon, bütün gün cik cik cik… Şu telefonlar olmasaymış n’aparlarmış, bilmem. Çıldırırlardı herhalde.
Velhasıl, sıkıcı insanlarız biz. Az buçuk yazıp çizdiğimiz için bazılarına baştan çok cazip geliyoruz. Hayran filan da oluyorlar. Ama işin içine girince büyü bozuluyor, hemen tabanları yağlayıp uzaklaşıyorlar.
Üstüme gelmeyin, isim bile verebilirim!