Meydana geldiği günden bu zamana dek toplumun tüm kesimlerinin gündeminde bir şekilde yerini koruyan Gezi Direnişi’nin 7. yıldönümünü geride bıraktık. Şüphesiz ki Türkiye tarihinin halklar açısından en öğretici deneyimiydi Gezi. Halkın bir araya geldiğinde ne kadar güçlü olabileceğini deneyimlediğimiz, toplumsal bir öfke eşliğinde gelişip büyüyen kolektif bir hareketti. Bu yönüyle ortak hafızamızda da silinmesi güç izlerle yer etti doğal olarak. Halkın kendi arasındaki yapay ayrımları bir kenara bırakıp yan yana durabilme iradesini gösterdiğinde nasıl da güzel bir dünya tasvir edebildiğini sokaklara, parklara, caddelere sığdırdığı koca yaşam pratiğinden öğrendik yedi sene önce.

Bu kez başka türlü olacak demiştik. 7 sene önce bir akşam vakti. Mayıs ayının son günleriydi ve Alsancak Kıbrıs Şehitleri girişindeydik. Henüz İzmir’de hiçbir şey olmamışken. Tomalar ilk suyu sıkmadan, İzmir’in kalbi gaza boğulmadan, İzmirliler omuz omuza vermeden hemen önce, bu kez her şey farklı duruyor demiştik. Öyle de oldu. Ne değişti diye soran var mıdır bilmem ama çok şey değiştiğine herkes emin olabilir. En azından bu memlekette halkın lehine herhangi bir zamanda yaşanabilecek değişimlerin mayası oldu o gün Gezi. Bu saatten sonra elde edilecek her kazanımın, her değişimin özünde Geziden kalma bir şeyler olacağı kesin. Kendinden yıllar sonrasına da bir mücadele mirası bırakan ve bu yolla öğretmeye devam eden niteliğiyle Gezi, bugün dünyanın herhangi bir yerinde adalet ve özgürlük talepleri ile alev alev yanan kentlere selamını veriyor.

Dünyanın iyilikle kuşanan sokakları gaza boğulup nefessiz kalırken, milyonlarca insanın eşitlik, özgürlük ve adalet talepleriyle, ırkçılığın, baskının ve her türden eşitsizliğin karşısına dikildiği meydanlar tarihe düşülen onurlu notların kaydını tutuyor. Son olarak Amerika’da kurumsallaşmış ırkçılığın kurbanı olan George Floyd’un alamadığı nefese, nefes olmak için sokaklara çıkan on binlerce insana yedi yıl önce dünyanın öbür ucunda, Gezi’de meydanları dolduran insanların büyük düşleri eşlik ediyor bugün. Çünkü Floyd’un alamadığı nefesin ne olduğunu Ankara’nın orta yerinde yitirdiğimiz Ethem’den biliyor Gezi’nin insanları. Ali İsmail’den, Ahmet Atakan’dan, Abdullah Cömert’ten, Mehmet Ayvalıtaş’tan biliyor. Medeni’den, Berkin’den tanıyor. Tıpkı Gezi’den önce Yunanistan’da öldürülen Alexis’in arkadaşlarının Gezi’yi tanıyıp bildikleri, Atina sokaklarından İstanbul’a verdikleri nefes gibi.

Dünyanın hak arayanları, başkaldıranları, boyun eğmeyenleri birbirlerini tanımasalar da yan yana gelmeseler de ortak düşlere sahiptir. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından yükselen sesler birbirine benzer çoğu zaman. Arjantin’de yıllardır evlatlarını arayan Plaza de Mayo Anneleri ile Türkiye’de sokaklardan vazgeçmeyen ve evlatlarının peşinde bir ömrü geçiren Cumartesi Anneleri’nin hikâyeleri birbirinin aynısıdır. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da evinden dışarıya çağırılarak dinlediği Kürtçe (kendi dilinde) müzik yüzünden öldürülen gencecik bir ömrün kısa hikâyesinin bir benzeri illaki dünyanın herhangi bir yerinde yitirilmiş bir yaşamla aynıdır. Yeryüzünün bir yerlerinde muhakkak öldürülmüş, esir düşmüş ezgiler vardır. Büyük düşlerin izini süren insanlığın yedi kıtadan yükselen şarkılarının birbirini bulması, seslerinin buluşması bundandır.