Mülkiyeti Kamu Maliyesi Hazinesi, Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim şirketi (TEDAŞ) ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi’ne (TEİAŞ) ait bazı taşınmazlar özelleştirme kapsamına alındı.

Özelleştirme kapsamına alınan taşınmazlarla ilgili Cumhurbaşkanlığı Kararı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 24 Ocak tarihli ve 32439 sayılı Resmî Gazete’de yayınlandı. Karar, 12 ilde bazı kamu taşınmazlarının özelleştirilmesini öngörüyor. Söz konusu iller arasında İzmir’de var. Karar, Aliağa'da 1, Çeşme'de 10, Dikili'de 1, Karaburun ve Konak'ta ikişer taşınmazın özelleştirilmesinin yolunu açıyor.  

Kamu arazilerinin özellikle deniz kenarlarında olanların satılması tartışmaları bundan tam kırk bir yıl önce 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirlerinin devamı olarak gündeme gelmişti. Bu tartışmalar devam ederken Mülkiye’de İktisadi Planlama hocamız olan Doç. Dr. Kadir Şatıroğlu sınıfta, katıldığı bir toplantıda yabancı bir uzmanın kendisine “Sizde ne yaman sahiller var. Onları satmayınız!” dediğini anlatmıştı. 

Türkiye o zamandan bu yana liberal ekonomik anlayışla yönetilen bir ülke haline geldi ve kamu taşınmazlarının özel sektöre satılması artık olağan dışı bir mevzu değil. O günlerden bu yana binlerce kamu taşınmazının satışı gerçekleşti. Örneğin; geçen yıl İzmir, Türkiye’nin pek çok ilinde olduğu gibi, yine, merkezi yönetime bağlı kuruluşlar ile belediyeler tarafından yapılan taşınmaz satışlarına sahne oldu. 

Kamu taşınmazlarının özelleştirilmesinin faydaları ve zararları

Söz konusu satışlar doğal olarak bir takım ekonomik, sosyal ve çevresel sonuçları beraberinde getiriyorlar. Taşınmazların satışı başta inşaat ve turizm olmak üzere farklı sektörlerden iç ve dış yatırımcıları cezbediyor ve bu da özellikle inşaat ve turizm sektöründe bir canlılık yaratıyor. Yine söz konusu taşınmazlar, özel sektörün kar motivasyonun etkisiyle devletin mülkiyetinde ve yönetiminde olduğundan daha etkili ve verimli yönetilebiliyor. Diğer yandan turizm ve inşaat sektörlerindeki gelişme istihdamın da artmasına yol açabiliyor. Hiç şüphesiz, taşınmaz satışlarının bir diğer faydası da hem merkezi bütçenin hem de yerel yönetim bütçelerinin açıklarının kapanmasına katkı sağlaması. 

İlk bakışta, bu taşınmaz satışları özellikle ekonomik açıdan toplum yararına gibi gözükse de dikkatle izlenmesi gereken olumsuz yönleri de mevcuttur. Öncelikle, söz konusu satışlar gelir ve servet dağılımını bozucu etkiye sahiptir. Yüksek gelir ve servet düzeyine sahip bireyler ve şirketler bu gayrimenkulleri alabilirler ve bu da daha fazla servetin ve gelirin zengin kesimin eline geçmesinin yolunu açar. Böylelikle zenginler ve fakirler arasındaki uçurum daha da derinleşir. Bir diğer problem kırsal kesimde kamuya ait olması nedeniyle köylülerin serbestçe kullanabildikleri alanlara giriş yapamamaları. Bu durum özellikle küçük çiftçilerin ve köylülerin bu alanlardan yararlanmasını kısıtlayabilmekte. Şehir merkezlerindeki taşınmazların satışı ise artık bu taşınmazların okul, hastane, park, deprem toplanma alanı gibi doğrudan kamunun hizmetine sunulabilecek şekilde kullanılması imkanını ortadan kaldırmakta.  

İzmir gibi çok yaman sahillere sahip bir şehrin sahillerinin otellere ve plaj işletmelerine verilmesi ilk bakışta, yukarıda da belirtildiği gibi gelirleri, zenginliği ve refahı artırabilecek gibi gözükmekte. Bununla birlikte, ilk aşamada yapılan yatırımlarla bu alanların doğallığı bozulmakta, doğa bir tür alınıp satılabilen mala dönüşmekte. Bu tesislerde milyonların ağırlanacağı ifade edilirken bunları ağırlamak için yapılacak tesislerin, plajlarda oluşacak kalabalığın yaratabileceği çevre erozyonu oldukça hafife alınmakta. Yatırımcılar kısa dönem kar maksimizasyonunu hedeflediği için uzun dönem çevresel sürdürülebilirlik göz ardı edilmekte. Sahil kasabası veya köyünde fiyatlar olağanüstü artmakta, yerli halkın bu bölgelerde yaşaması imkânsız hale gelebilmekte. Diğer yandan, maddi imkanları olmayanların plajlardan denize erişimi “giriş ücreti”, “asgari harcama tutarı” gibi engellere takılmakta.  

Taşınmazların özelleştirilmesi nasıl yapılmalı?

Görüldüğü gibi kamuya ait taşınmazların satılmasının ekonomik faydaları olduğu gibi sosyal, çevresel açıdan olumsuz yönleri de var. Bu nedenle söz konusu satışlardan önce her bir gayrimenkul için satılması halinde ortaya çıkması beklenen maliyet ve yararın iyi analiz edilmesi gerekir. Bu süreçte tabii ki başta İzmir halkının temsilcileri de olmak üzere tüm paydaşlar yer almalıdır. 

Bu çerçevede, İzmir Milletvekili Ednan Arslan’ın son taşınmaz özelleştirilmesi hakkında ilgili bakanlıklara iletilmek üzere TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesi yerindedir. Arslan, özetle, “Siz bu taşınmazların özelleştirilmesine neye göre karar verdiniz, nasıl bir değerlendirme yaptınız? Kimden görüş aldınız? İlgililerden görüş aldınız mı?” diye soruyor. Bu sorular ve yanıtları aslında tüm İzmir Milletvekillerini ilgilendirir. Onların da bu konuya ilgi göstermeleri, ilgili bakanlıkların verecekleri yanıtlara göre ne yapacaklarına karar vermeleri gerekir. 

Geçen yazımda belirttiğim gibi şeffaflık ve hesap verebilirlik sadece AKP iktidarının uyması gereken bir yönetişim prensibi değil. Yerel yönetimler de taşınmaz satışları ile ilgili maliyet yarar analizlerini yapmalı ve satış gerekçelerini açıklamalı, satış sürecinde paydaşların görüşünü almalı. Ayrıca bugüne kadar kamu tarafından kim, kime, neyi, ne zaman sattı? Bunların ortak bir envanteri olmalı. Bu veri tabanına bakılarak yapılan taşınmaz satışlarının ekonomik, sosyal ve çevresel sonuçları araştırılabilmeli.