Gerisi şöyle gelir: “ilm bir kıyl u kâl imiş ancak” Gerçek bu mudur? Yanıtı Yunus Emre veriyor: “Ben gelmedim dâvâ için /Benim işim sevi için /Dostun evi gönüllerdir. /Gönüller yapmağa geldim”

Montaigne, o ünlü Denemeler’inin bir yerinde, insanın kendinden söz etmesini yasaklamak, çocuğun burnunu silecek yerde koparmak olur, der. O yüzden konuyu madem aşktan açtık, izin verirseniz aşklardan aşklara savrularak yaşamış biri olarak yazımın kimi yerinde araya girmek istiyorum.

Aşkla ilgili olarak sabahlara kadar konuşabiliriz belki ama inanın bütün tanımlar bir yanıyla eksik kalır. Zaten ve bana kalırsa aşkın tanımlanmaya hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Yaşarsınız, olur biter. Çağlar boyunca birçok yazar ve filozof aşk duygusu üzerine yazmış, konuşmuş, kafa yormuş; bunu biliyoruz ama ben yine de  şık Veysel’in en gerçekçi sözü söylemiş olduğuna inanıyorum: “Ali Ayşe’yi sever, kavuşamaz, a-ha da buna aşk denir!” Böyle demişmiş Koca Veysel. Kavuşamamış olmayı çıkarmış öne. Besbelli, kavuşunca aşkın biteceğini düşünmüş olmalı.

Adını unuttum, başka bir filozofa göre aşk, insanın evrendeki mutlak yalnızlığını bölüşme arzusuyla ilişkiliymiş. İnsanın evrende yalnız olduğu fikrine hak veriyorum. Yalnızlığını bölüşmek için diğer yarısını aradığını, onunla kavuşmak için çile çektiğini anlıyorum. Yunus Emre gibi tasavvuf ehli kişilerin bunu Allah aşkıyla tanımladığını biliyoruz. Mutasavvıfların “kavuşmak”tan Allah katına varmayı kastettikleri malum.

Bazı filozoflara göreyse aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzudur. Çünkü derler, doğa, bilinçli bir varlık olan insanda kendini sürdürmek için aşkı icat etmiştir. İnsan karşı cinsine âşık olacak, onunla birleşecek, böylece üreyip hayatın devamını getirecek. Hayvan ve bitkilerde aşka gerek yoktur; onlar doğaları gereği neyse onu yaparlar. Birbirlerine âşık olan hayvanlara veya bitkilere rastlayamazsınız.

Cemal Süreya’nın şu dizeleri takılıyor belleğime: “Bahçelerden geç parklardan köprülerden geç git / aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti.” Doğru bulurum: Bir aşk sanatla, kültürle ve hayatın başka güzellikleriyle beslenmezse, bakımı yapılmazsa zamana yenilir. Başlar, gelişir ve biter. “Modern hayat”ın bu süreci ne kadar hızlandırdığını hepimiz biliyoruz. Zaten belki de yaşanmakta olanların birçoğuna özellikle gençlerin aşk değil de “İlişki” demelerinin altında yatan budur: Birilerinden hoşlanırsın, onunla bir süre vakit geçirirsin, ilişki doyum noktasına gelince zaten inişe geçer ve biter.

Diderot, hayata, başka bir deyişle yaşamaya âşık olmanın bir kadına âşık olmaktan farklı bir şey olmadığını söyler. İnanırım. Kendime yakın bulurum. Tabii ki seviyorum onu. Çünkü bende o, yaşamanın karşılığı olarak var. Ben onunla bütün evreni biliyorum. O benim diğer yarım. Tamamlayanım. Aklım, fikrim, vicdanım, inancım o benim!