O korkunç gürültüyü duymadım. Tahmin de edemiyorum. İnsanların çığlıklarını duymadım, son bakışlarını görmedim. Çok da lazımmış gibi halletmem gereken bir işi yarım saat daha erken bitiremediğim için kaçırdığım barış dolusu otobüste ayırttığım yerimi alamadığımdan hiçbirine şahit olmadım anlatılanların. Orada olamadım. Kendisiyle görüşmem gereken bir meseleyi nasıl olsa mitingde denk gelir konuşuruz diye düşünüp de buluşacağım arkadaşımı bir daha hiç görmedim. Diğerlerini de öyle... Ankara'nın mitingleri başkadır, orada geçirdiğim dört yıldan biliyorum. Şehir dışından gelen dostları, yoldaşları görecek olmanın verdiği sevinç, sevgi ve hasret dolu sarılmalar, miting sonrası bir yerlerde geçirilen zaman, kortejlerde omuz omuza heybetli yürüyüşler... Nasıl da kucaklamışlardır o lanet günün sabahında Ankara'da birbirini o tertemiz insanlar. Koca dünyayı sırtında taşıyan işçiler, son parasını yola harcayıp barışı haykıran öğrenciler, çocuklarını bırakıp bir gün sonra dönecekleri evlerinden yepyeni umutlarla yollara düşen anneler ve babalar. O meydanı dolduran binlerce insan o günden bir kaç ay önce nasıl da kahrolmuştur Suruç'ta patlayan bombanın aramızdan aldığı, ellerinde oyuncaklar olan onlarca gencin ardından. Öyle ya savaşın ve vahşetin ortasında kalmış çocuklara oyuncak götürmekten daha masum ne olur şu dünyada?

Ankara'nın mitingleri diyorduk, bir çocuğun bayram sevinçleri gibidir. Rengarenk şenlik alanları gibi olur Ankara. O meydanlar hınca hınç dolup taştığında tekrardan göreceğiz. Barışın, emeğin, özgürlüğün renklerine bulanır her yer. Kan kırmızısı değil, şafağın kızılıdır gri kentin dört bir yanını saran. Öyleydi üç yıl öncesine kadar, öyle olacak tekrardan. Öyle olacak çünkü bu coğrafyada halka yaşatılan her acı doğal olarak faillere dönük koca bir öfkeyi de besledi hep. Acısına gömülüp unutmaz insan öfkesini öyle ya. O öfke barış demekten vazgeçirmez insanı, aksine sesi daha gür çıkar. Özgürlüğün ve adaletin peşini bırakmaz yüreği oğlunun, kızının acısıyla her gün dağlanan insan. Hesap bu dünyada görülsün ister. Emeğine daha sıkı sarılır, ölümden öte köy yok nasıl olsa. Kim unutur katliamı yapanlara zamanında "terörist diyemeyiz bir grup öfkeli insan" diyenleri? Hangimiz unutur katliamın ardından yapılan basın toplantısında sırıtan o zavallıyı? O canileri besleyip büyütenleri kim hatırlamaz? Ambulansları alana sokmayanları, ölenlerin, yaralananların üzerine gaz bombaları atarak saldıranları unutmamızı hangi birimizden bekleyebilirler? İnsan haklarının asgari düzeyde de olsa garanti altına alındığı herhangi bir ülkede olmuş olsa bu vahşet kimler kimler yargılanırdı bir düşünün.

Ankara'nın 10 Ekim'i koskoca bir aile yarattı tarifsiz acılar üzerinden. Ekim'in 10'u sonsuz bir acının yanında birbirine siper olan canların, yaralanmış halde yerlerde sürünerek de olsa yanıbaşında yatanların yardımına koşmaya calışanların, üzerlerine yağan gaz bombalarının altında diğerlerine omuz verenlerin, tanımadığı insanlar için çok şeyi göze alanların, hastaneden çıkar çıkmaz kendini yeniden meydanlara atanların tarifidir aslında. Böyle koskoca bir ailedir yukarıda sözünü ettiğim, birbirine sımsıkı bağlı. İhale peşinde koşanların, paranın izini sürenlerin, bunları yaparken kendinden geçenlerin, küçücük menfaatleri için dünyaya sırtını dönenlerin, insanlıktan çıkanların, ölümü alkışlayanların, itaat edenlerin, dalkavukların, kendini satanların, birilerine sadakat yemini edenlerin asla yakınından bile geçemeyeceği koskoca bir aileden bahsediyorum.

ok uzatmaya gerek yok. Yazıyla ya da sözle tarif edilecek hisler değil milyonlarca insanın içini dar eden şeyler. Üç sene önce Ekim'in 10'unda çok şey koparıldı dünyadan. Yarının çocuklarının abileri, ablaları, anne ve babaları, grevdeki işçilerin, kampüsteki öğrencinin, kadınların, dillerin, kültürlerin yoldaşları, derelerin, denizlerin, doğanın ve hayvanların dostları koparıldı bir kentin orta yerinde yaşamdan. Kimse geleceğe umudunu ısrarla taşıyanları şimdi daha güçsüz sanmasın. Sayıları az belki ama verdikleri söz dünyaya yeter.