TITANE

(Fransa-Belçika, 2021,108 dk.)

Y: Julia Ducournau

O: Agathe Rousselle (Alexia/Adrien), Vincent Lindon (Vincent), Lais Salameh (Rayane)

Filmin Notu: 4 yıldız

Yanılmıyorsam Altyazı ekibinin değerli üyelerinden Selin Gürel, “Bu filmi yazmak zorunda olmadan izlemek çok rahatlatıcı oldu.” gibi bir paylaşım yapmıştı filmi çok da beğendiğini ifade ederek. Gerçekten böylesine şok edici, alışık olduğumuz anlatılara benzemeyen, deyim yerindeyse seyirciye tokat gibi inen bir film hakkında yazmak hiç de kolay değil. Üstelik film bu yıl Cannes’da Altın Palmiye’nin sahibi oldu. Elbette seyirciler genel olarak ikiye bölündü: Filmden ve ele aldığı unsurlardan tümüyle nefret eden, ödül almasını ve bu kadar konuşulmasını yadırgayan bir grupla filmin ruhunu kavradığına inanan, içeriği hayranlıkla karşılayan bir diğer grup oluştu. Arada kalmış seyirciler de olabilir elbet fakat Titane son yıllarda karşımıza çıkan en keskin, en sert filmlerden biri olarak daha epey süre tartışılacak gibi görünüyor.

KİMLİK MESELESİ

Peki, filmin bu kadar zorlayıcı olmasının ardında neler yatıyor? Her şeyden önce çağımızın en büyük sorunlarından birine dönüşen ‘kimlik’ meselesine bakıyor film. Varlığımızı anlamlandırırken tutunmak istediğimiz, bizi güvende hissettirecek bir yapı olması gerekirken kaygan zeminli bu çürük toplumsal düzende kimliğimizin ne olduğu, kendimizi nasıl konumlandırdığımız büyük önem taşıyor. Aksi hâlde dışlanmaya, soyutlanmaya, psikolojik dengeyi yitirmeye hatta toplumsal baskının dönüştüğü şiddete varan kötülüklerle karşılaşıyoruz. Tabii bu sorunun özellikle son yıllarda merkezinde cinsel kimlik yer alıyor. Titane bu noktadan hareket eden, bağ kurması güç bir öyküye yaslanmış. Özgünlüğünü temelde bu sert çıkıştan aldığını söyleyebiliriz.


'SİNEMA GEZGİNİ'NİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ


Giriş sahnesinde babasıyla arasındaki gerilim yüzünden yaşanan bir kazada feci şekilde yaralanan ve beynine titanyum kaplı bir parça yerleştirilen Alexia’yı tanıyoruz. Kız ameliyattan başarıyla çıkıyor, kimi uyumsuzluklar sergileyebileceği yönünde aile uyarılıyor. Ailenin fark ettiği ilk şey kızlarının arabalara duyduğu yakınlık oluyor. Sonra yaklaşık yirmi yıllık bir atlamayla Alexia’nın 30’lu yaşlarına geçiyoruz. Hâlâ ailesiyle yaşıyor ve araba fuarlarında otomobilleri tanıtan mankenlerden biri olarak çalışıyor. Film daha burada seyirciyi kıskıvrak yakalıyor. Alexia’nın özel tasarım bir araba üstünde aşkla gerçekleştirdiği dans ve ardından yaşananlar son derece çarpıcı. Gösteriden sonra kendisini takip eden bir hayranının tacizine maruz kalınca adamı öldürüyor ve birkaç saat önce üzerinde aşkla dans ettiği özel tasarım arabayla ilişkiye giriyor. Kâğıt üzerinde son derece anlamsız duran bu sahnelerin filmde çok güçlü bir gerilim oluşturduğunu ve öykünün derdine odaklanmayı tercih eden seyirci için önemli ipuçları barındırdığını belirtelim. Sonraki sahnede anlıyoruz ki o bölgede bir süredir işlenen cinayetlerin ardında Alexia var. Onun varoluşu bir tür toplumsal intikama dönüşmüş ve o cinsel kimliği üzerinden kendilik bilincine ulaşmaya çalışan bir karakter aslında.

AİLE VE KABULLENME

Filmin sürprizleri ve yaşattığı şok bununla kalmıyor. Alexia arabayla yaşadığı deneyimden hamile kaldığını fark ediyor. İşlediği cinayetlere yenileri eklenip de kaçış serüveni başlayınca içine düştüğü çıkmazın ‘Aile’ teması etrafında örülen büyük bir kabusun parçası olduğunu anlıyoruz. Çocukluktan beri özellikle babasıyla arasında yoğun bir mesafe ve gerilim var. Annesinden gereken sevgi ve yakınlığı da görmüyor. Aile içindeki uzaklık ve iletişimsizlik, kızlarının ‘nasıl bir kişilik ve yaşama sahip olduğu’na gözlerini kapatmış ebeveynin yarattığı büyük bir travmayla sonuçlanıyor. Filmi, aslında bu açıdan bir ‘kabullenme ve aidiyet’ hissiyle yorumlamak doğru olabilir. Çünkü Alexia’nın karşısına çıkan ve onu yıllar önce kaybolan oğlu zanneden Vincent’la ilişkisi türlü çatışmalar ve sıkıntılarla ilerlese de sonunda ne olursa olsun bir ‘kabullenme’ye, değer göstermeye varıyor. Büyük acılar yaşayan insanların çaresizliği içinde yaşanan bu kimlik kabulü, Alexia’ya aradığı sıcaklığı ve yakınlığı veriyor. Ardından da kimliğin ifşası geliyor. Tabii bu arada hamileliği, kontrolden çıkan ve ona dayanılmaz acılar veren bir sürece dönüşmüş durumda. Film sarsıcı hikâyesini tutarlı bir finalle noktalarken ötekileştirilen, yok sayılan kimlikler üzerinden insanın nasıl bir varlık olduğuna bakan modern bir sorgulama mertebesine ulaşıyor.

HER ANLAMDA ÖZGÜR VE ÖZGÜN

Titane’ın bu kadar sarsıcı olmasındaki sebeplerden biri de yerleşik biçimsel algılarımızı parçalaması. Beden ve metal arasındaki geçişi, hatta simbiyotik ilişkiyi ön plana çıkarmak sinemada yeni sayılmaz. David Cronenberg’in tarzıyla ana akıma yakın bir yere gelen ya da Shinya Tusukamato’nun o kült Tetsuo (1989) filminde deneyimlediğimiz bu ilişki, geleneksel yaşamın bir tür distopyaya evrildiği hikâyeler için sağlam bir zemin oluşturur. Bedene ne olacağı, organik yapımızın anlamı üzerine düşünmek bu tür filmler için epey zor, bıçak sırtı bir konu ama ciddiyetle yapıldığına şaşırtıcı sonuçlar verebiliyor.

Titane’ı böylesine kısa bir yazıda layığıyla anlatmak pek mümkün değil. Ama sanırım şu kesinlikle söylenebilir: Titane modern olduğunu zannettiğimiz dünyamızda daha kendimizi gerçekten keşfedemediğimizin altını çizen, hem duyguları hem de zihni zorlayan, cesur bir film. Sırf bu sebeple bile ilgiyi hak ettiğini düşünüyorum. Kaldı ki bu kadar şaşırtıcı bir seyir yolculuğuna sinema salonunda çıkmak gerek. Kimlikler üzerinden yürütülen kötücül siyasetin, toplumsal cinsiyet rolleriyle belirlenmiş kutuplu, kapalı, tedirgin toplumsal yapının farkına varmak için belki de böylesine fütursuz, açık filmler üretmek gerekiyor. Çünkü yaşamda karşılaştığımız şiddeti, dışlanmayı, yadırganan tutum ve davranışlarımız karşısında gösterilen şeytani tavırları sineye çekme eğiliminde oluyoruz. Belki bu fişek gibi filmin ruhunu kavrayıp yaşamdaki varlığımızı yeniden ve doğru biçimde adlandırmaya, kendimizi tanımaya çalışabiliriz. Bu yüzden seyircinin tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi ön yargısız, algılamaya açık biçimde izlemesi gereken bir film bu. Dilerim bu anlamda işlevini yerine getirir.