Harvard Üniversite’sinde (ABD) görev yapan ve bu ülkenin en önde gelen psikologlarından biri olan Dr. John Gottman’ın uzmanlık alanı evliliklerin geleceği hakkında tahminlerde bulunmak. Gottman farklı modeller, ölçekler ve formüller kullanarak bir evliliğin istikrarı ya da boşanmayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı hakkında tahminlerde bulunabiliyor. Kırk yılı aşan araştırmalarının sonucunda elde ettiği önemli bir bulgu şu: Eşlerin ikisinin veya ikisinden birinin diğerini aşağılayıcı bir tutum takınması o evliliğin çok ciddi bir güçlük içinde olduğunun en önemli işareti.

Gotmann’ın araştırmaları yine Harvard Üniversite’sinde araştırmacı olan bir bilim insanı için ilham kaynağı oldu. 2019’da Düşmanını sev: Amerika’nın Makul İnsanları Bizi Aşağılama Kültüründen Böyle Koruyabilir” adlı kitabı yayınlanan Arthur C. Brooks söz konusu kitapta Gotmman’ın yaklaşımlarından faydalandığını belirtiyor. Brooks’a göre Amerikan toplumu, aileleri parçalayan bu davranış şekline angaje olmuş durumda. Yazar, Amerika’nın birlikte uzun bir geçmişi olan ama artık ayrılık noktasına gelmiş yaşlı bir çift izlenimi verdiğini ifade ediyor. Kitap, ABD’de 2016 yılı seçimlerinden önce başlayan ve büyük endişe uyandıran kutuplaşma sürecini inceliyor ve bu süreci tersine çevirmeye yönelik önerileri içeriyor.

Dünyanın önde gelen süper gücü olan, hatta dünyayı “böl ve yönet” stratejisi ile kontrol etmeye çalıştığı iddia edilen bir ülkede kutuplaşma ve bölünme endişesi yaşanması çok ironik. Fakat bu durum son yıllarda ABD kamuoyunda sıklıkla dile getiriliyor. Brooks’a göre aşağılamanın politik etkileşim aracı haline gelmesi Amerikan toplumunu derinden yaralıyor, dostlukları erozyona uğratıyor. Yazar, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde Amerikalıların 1/6’sının arkadaşlarından veya aile fertlerinden biriyle küsmüş olduğunu ileri sürüyor.

Türkiye’de durum hiç iç açıcı değil

Türkiye’de politik aşağılama ABD’den çok daha vahim bir noktada. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ arasında yaşanan Türkiye’deki sığınmacılar hakkındaki polemikte Bakanın Özdağ’a yönelik hakareti ve arkasından Ümit Özdağ’ın Bakanı sokak dövüşüne davet etmesi Türkiye’de durumun hiç iç açıcı olmadığını gösteriyor.

Bir ülkenin içişleri bakanı devletin en yüksek düzeydeki stratejistlerinden biridir. Özellikle Türkiye gibi son derece önemli bir coğrafyada her türlü küresel gelişme karşısında konumu, tutumu, politikaları ile etki sahibi olan bir ülkenin içişleri bakanının davranışları, soğukkanlılığı, nezaketi ve akılcılığı ile hem halka rol model hem de dünyadaki tüm içişleri bakanlarına örnek olmalıdır. Bakanı bir televizyon programında çileden çıkmış halde görmek son derece endişe vericiydi.

Yine aynı bakanlıkta hocalık yapmış ve kuşaklar yetiştiren bir bilim insanının, bir profesörün, bir parti liderinin hakkını sokakta yumruklaşma daveti ile araması çok yanlıştı ve çok rahatsız ediciydi. Yapması gereken, bu üslubu Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanına yakıştıramadığını ve bu üsluba karşı hakkını adli makamlar nezdinde arayacağını belirtmekti.

Kamuoyunun bir kesimi ülkedeki yabancıların ülkeye çok faydası olduğunu düşünebilir. Bakanın bu görüşe daha yakın olduğu anlaşılıyor. Kamuoyunun bir diğer kesimi de artan dış göçün ülkenin dengelerini bozacağı görüşünde. Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ ise bu görüşten yana. Bir ülkede yabancı göçmenler konusunda farklı görüşler olması normal. Bunlar demokratik süreçler içinde tartışılır, konuşulur. Daha geçen hafta Uganda’dan İngiltere’ye göç eden Hintli bir aileye mensup İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel katıldığı bir yemekte yaptığı konuşma esnasında Rwanda’lı göçmenleri ülkelerine geri göndermeye yönelik çalışmaları nedeni ile ırkçılıkla suçlanarak, protesto edildi. Protestoyu yapan gençler fazla gürültü patırtı olmadan restorandan çıkarıldılar. Bakan bu olayla ilgili bir açıklama yapmaya gerek görmedi. Belli ki çok daha önemli işleri var.

İlla bir tarafın görüşü doğru diye bir şey yok. Göçmen, sığınmacı konusu da kişilerin politik ve ekonomik bakış açısına göre değerlendirebilecekleri tartışmalı bir alan. Böyle bir konuyu bir içişleri bakanı ile bir bilim insanı gördüğümüz bu üslupla ele alırsa ve toplumun önüne böyle olumsuz bir tablo ortaya koyarlarsa, sıradan vatandaşların kendi aralarındaki görüş ayrılıklarını nasıl çözecekleri ciddi bir soru işareti oluşturuyor.

Kimse kimseye politik görüşleri nedeniyle öfkelenmemeli, hakaret etmemeli. Öfke ve hakaret politik etkileşim araçları olmamalı. Bu konuda en büyük sorumluluk önce iktidarda sonra da muhalefet liderlerinde. Vatandaşlara rol model olmak, demokrasiyi içlerine sindirmek, öfkelerini kontrol etmek zorundalar. Aksi takdirde Türkiye’ye büyük zarar vermiş olacaklar. Biz 84 milyonluk bir ailenin üyeleriyiz. Zor kullanılarak kabul ettirilmeye çalışılmadıkça, birbirimizin politik görüşlerine hoş görü ile bakmalıyız. Bu çok naif ve romantik bir düşünce olarak görülebilir ama bugün bize göre çok farklı görüşleri olan kişilerin büyük dedeleri ile bizim büyük dedelerimiz yan yana, omuz omuza güçlükleri beraberce göğüslediler. O yüzden bu coğrafyada Türkiye diye bir ülke var.

Küresel ve ülkemizde yaşanan gelişmeler her an diyalog içinde olmayı, eleştirileri dinlemeyi, karşımızdakini aşağılamadan, sinirlenmeden farklı görüşleri bir masada toplamayı ve uzlaştırmayı gerektiriyor. Biz bunu başarmakta zorlanıyoruz. Belki de tüm sorunlarımız içinde halletmemiz gereken ilk sorun bu.