Söz vermiştim, tutuyorum: Bugün, geçenlerde size “Bir Kadın, Bir Roman, Bir Ev” adlı kitabını sevdirmeye çalıştığım Alman yazar Wilhelm Genazino’nun “O Gün İçin Bir Şemsiye” (Jaguar Kitap) romanını tanıtmak istiyorum. Aslında niyetim Birsen Ferahlı’nın çok severek ve beğenerek birkaç kez okuduğum “O Yaz” (YKY) adlı öykü toplamından söz etmekti. Fakat konuya nasıl girmem gerektiğini bir türlü düşünemedim. Rahmetli Tarık Dursun K. da bir sohbetimizde bana “Kafamda bir hikâye var ama ilk cümleyi bulamıyorum” dediydi; çok iyi hatırlıyorum. Tıpkı bunun gibi yani: “O Yaz” için ilk cümleyi bulamıyorum.

köşeee

Neyse, gelelim bugünkü romanımıza: W. Genazino’yu size bir daha tanıtmama gerek yok, onu daha önceki yazımda yapmıştım. Genazino, bu kitabında da kahramanını kentin caddelerinde, bazı özel mekânlarda filan gezdiriyor. Tıpkı Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’da yaptığı gibi… Kahramanımız kırk altı yaşında bir “ayakkabı denetçisi”dir. Kentin caddelerinde ayakkabı firmasının kendisine verdiği ayakkabıları gezerek denetler ve belli aralıklarla firmaya rapor verir. Görünürde bir varış noktası, ya da belirgin bir hedefi yoktur. Aslında sokaklarda ya da caddelerde değil, ruhunun coğrafyasında gezinir. “Seni moruk sersem, hayır, ahmak, hayır, ebleh diyorum kendime ve kendimi böyle aşağılarken kullandığım sevecen tona bir kez daha gülmek zorunda kalıyorum. Bu öğleden sonrası zamanları beni belli bir biçimde dokunulmaz kılıyor. İçimdeki ufalanmayı, daha doğrusu tozlanmayı hissediyorum, aynı anda da onunla eğleniyor ve kendime gerçek anlamda kızmıyorum.” 

Kahramanımız, anlatısının bir yerinde annesini hatırlayarak kendini şöyle tanımlıyor: “Dünyanın bir ömür boyunca ona bakıp durmaya değemeyeceğine inanmıştık ikimiz de. (…) Tevazuyla tiksintinin sürekli çarpışmasından meydana geliyor kibrim. İkisi de eşit ölçüde güçlü. Bir taraftan şöyle uyarıyor beni tevazu: Türdeşlerinin en salak hikâyelerini dinlemelisin. Aynı anda şöyle iğneliyor beni tiksinti: Şimdi kaçmadığın takdirde türdeşlerinin ifrazatında batıp gideceksin! Asıl pislik, çarpışmaların asla bir sonuca varmamasında. Sadece yenileniyorlar.”

Anlatıcının davet üzerine bazen uğrayıp birkaç bira içtiği kadınlı erkekli dostları da var. Bazıları dosttan da öte olabiliyor ama her ilişkisinde entelektüel derinliğini koruyor. Mutluluğunun onu kimsenin eleştirmemesine bağlı olduğunu itiraf ediyor. Öğrenciliği sırasında bölgesel bir gazete olan Generalanzieger’e yazdığını hatırlatan eski dostu Himmelsbach’a bir buluşmasında şöyle diyor: “Biliyor musun, bölgesel gazetelerin etrafında ancak yarım, çeyrek, hatta sekizde bir yetenekliler toplanır hep. Nahoş bir karışım. Yetenek ne kadar kısıtlıysa, adam o kadar vahşi zıplayışlar yapar etrafta.” 

Sevgili kitapseverler, romandan yaptığım alıntılar bunlarla bitmiyor. Bu kitaptan daha uzun uzun bahsetmek isterdim. Çağdaş kentli insanların birçoğunda görülen kronik can sıkıntısında bedenlerinin “o gün için gereken bir şemsiye”den başka bir şey olmadığını göstermesi açısından önemli bir roman çünkü bu.