Bu hayali ilk ne zaman kurduğumu hatırlamıyorum. Sadece lise ve üniversite yıllarından kalma bir görüntü var aklımda. Elimde bir kitap tutuyorum. Kapağını görüyorum, o zaman yayınevleri kapaklar konusunda bu kadar yaratıcı değil; klasik, bugün de tanıyacağınız kapaklardan hayalimdeki… Kitabın adını görüyorum kapakta. Ve gördüğüm bir şey daha var kapağın üzerinde, kendi adım. Bu benim kitabım…

Yazıyorum. Hiçbir şey bir kitaplık değil. Edebiyat dergileri alıyorum. Yazıyı dahil edeceğim, basını yayını içine alacak bir iş hayal ediyorum. İzmir’deyim. Zorlanıyorum. Bırakmıyorum ama bir uzaklaşıp bir yaklaşıyorum yazdıklarıma.

Yıl 2005… Arayışlarım bir sonuç veriyor. Bölgesel bir dergide kapak konusuna her ay katkıda bulunacağım. Adımı ilk defa bir yerde basılı olarak görüyorum. Büyük heyecan. Devamı gelsin istiyorum. İşe giriyorum bu arada. Bu konularla hiç ilgisi olmayan bir yerde “kariyer” yapacağım.

Çalışıyorum. Çalışırken dergiye yazmaya devam ediyorum. Kimin okuduğunu bilmiyorum yazdıklarımı. İş yerimden kimsenin okumadığı kesin; onlar daha çok raporlarımla ve yönetici özetlerimle ilgileniyorlar. Ben söylemiyorum, onlar da merak etmiyorlar.

Lisenin mezunlar derneği vesilesiyle bir sivil toplum kuruluşuna üye olmuşum. Bizim kulübün bilmem kaç sene önce iki yaprak bir bülteni varmış. Unutulmuş gitmiş. Onu yeniden canlandırmaya kalkıyoruz. Liseden ünlüyüm bu konuda. Bana veriliyor editörlük. Gündüz çalışıyorum, akşam dergi yapıyorum.

Bu dergi bana ilk röportajımı yaptırıyor. Mehmet Auf. İzmir’e gelecek ve biz burada onunla yüz yüze söyleşeceğiz. Elim ayağım titreyerek gidiyorum. Çok heyecanlıyım. İşi kotarıyorum. Röportajla birlikte dergi güzel oluyor. Bir bültenden yola çıkıp geldiği hali herkesi tatmin ediyor.

İş yerinde yükseliyorum. Yükseldikçe sorumluluklarım artıyor. Dergi gazete peşindeyim, ama ne proje ne de eskisi kadar vakit bulabiliyorum. Kulüpten ayrılıyorum. Çalışıyorum, çok çalışıyorum.

Kendi kendime yazıyorum. Kısa öyküler, denemeler. Kara kaplı dosyamı büyütüyorum. Benim de “bir roman fikrim” var! Hayalim hâlâ canlı; ama ben daha çok “kariyer” yapmak için çalışıyorum.

Bir gün kariyerim de kurduklarım da miadını dolduruyor. Hiç kolay olmuyor, ama başka bir yola çıkıyorum. Yolum yemeklerden geçerken bir yemek bloğunda yazmaya başlıyorum. Yeni kurulan başka bir dergi ile kesişiyor yolum. Kariyer uğruna ateşini harlayamadığım edebiyat, çıtırtısına kavuşmak için hareketleniyor.

2015 yine bir dönüm yılı oluyor hayatımda. Edebiyata izin veriyorum. O beni eğitsin, o beni yönlendirsin istiyorum. Ben kendimi belki de en iyi, yazarak ifade ediyorum.

21 Mayıs 2015’te bir öykü yazıyorum. Acemi bir taslak diyelim. Adını “Aynadaki Porno Yıldızı” koyuyorum. Başka öyküler yazıyorum. Bu başka öykülerden yayımlananlar oluyor. İnsanın ilk defa bir öyküsünün yayımlanması çok güzel, ama içime bir şey sinmiyor. Aklım “ayna”da…

Ferhat’a (Uludere) okutuyorum öyküyü. Beğenmiyor tabii. Bana bazı önerilerde bulunuyor, beğenmediğini anlamıyorum neredeyse…

Ayna bana dert oluyor. Dönüp dolaşıp aynayı yazıyorum. Yazıyorum, tıkanıyorum, ilerleyemiyorum. Siliyorum yeniden yazıyorum. Uzaklaşıyorum. Geri dönüyorum. Ekliyorum, çıkarıyorum. Unutuyorum. Yine başa sarıyorum. Kimseye okutmuyorum. Başka öyküler yazıyorum bu arada. Dönüp dolaşıp aynaya geliyorum. Ayna bana dert oluyor, ayna bana öğretiyor, ayna beni büyütüyor.

Daha o zaman biliyorum. Yazabilirsem “Aynadaki Porno Yıldızı” bir kitap olacak ve bu öykü başka öykülerimi toplayacak etrafına. İki buçuk sene sonra bitiriyorum öyküyü. Geçer notumu alıyorum. Artık bu öykünün diğer öyküleri yanına toplamasına, yazılmamışları yazdırmasına izin verebilirim, veriyorum.

Ve 2019 yazında ilk kitap dosyamı tamamlıyorum: Aynadaki Porno Yıldızı. O noktayı koymak, tamamlandığını hissetmek müthiş bir heyecan. Güvendiklerimle paylaşıyorum. Tamamlanmışlık hissinin onlara da geçip geçmediğine bakıyorum. Ve oluyor, yola çıkıyor dosya, yuvasını bulmaya… Kapanan kapılar kadar, çaldığımda açılıp açılmadığını bile bilmediğim kapılar var.

Sonrası zeminine salgını da alan bin bir duygulu bir süreç. Basılacağı haberi, imzalanan sözleşme, editörlük süreci, dosyanın kitaba en yakın ilk pdf hali, kapak heyecanı, matbaa süreci, ön sipariş ve kitabını eline almak. İlk kitabım. Benim kitabım. Yine bin bir duygu. İçinde fırtınalar koparken kalakalmak… Gözyaşlarımı evime saklamışım…

“Yaşa heyecanını. Bir daha hiçbir kitap seni böyle heyecanlandırmayacak” diyorlar. Evet, çok heyecanlıyım. Bir çocuk doğurdum sanki. Canım Edisyon Kitap; canım Ferhat Uludere, canım Necati Balbay, gizli kahramanlardan Ercan Gülmez, son okumada ve bana ilk fotoğrafları ulaştırmada canım Sedef Başcı… Heyecanıma ortak oldunuz.

Ben henüz o en başta anlattığım hikâyeyi yazmadım. Ama ben herkese okutmak istediğim bir kitap yazdım. Keyifle okunsun, yürekte bir ses olsun…