Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, iç ve dış politika birbirinden bağımsız ele alınamaz. Daha çok 2010’lu yıllardan başlayarak AKP’nin, ‘derin strateji’, ‘sıfır komşu’, ‘aktif dış politika’ gibi parolalarla yeniden hortlatılan ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayalleri ve atılan adımlar da düşünülünce; dış politikanın iç politikayla iç içe geçtiği, kesiştiği konular her yıl biraz daha artıyor. 

Balkanlar’dan Mezopotamya’ya, Kafkasya’dan Nil’e yönetme hayalleri ile ortaya çıkıldığından bugüne ülkelerin iç işlerine müdahale etme, ‘kara harekâtı’, ‘askeri koridorlar’ gibi çeşitli biçimlerle boy gösteren savaş politikaları; işçilerin, gençlerin, kadınların gündeminden çıkmıyor, çıkartılması istenmiyor. Hele ki iktidar kan kaybediyor ve zayıflıyor, üstelik halkın desteğini gün geçtikçe kaybediyorsa; sağır edici ‘savaş naraları’ ile milliyetçi duygular kışkırtılarak bir dönem daha iktidarda kalmanın hesabı yapılıyor. 

AKP ve küçük ortağı MHP’nin milliyetçi, gerici politikalar konusunda mutlu beraberliği anlaşılırdır. Ancak ne zaman bir dış müdahale, savaş vb. söz konusu olsa, resmi muhalefet de ‘içerde çekişmemiz ayrı, dış politika olunca hepimiz birleşiriz’ açıklaması ile AKP’nin mevcut dış politikasına-aslında iç politikasına da- angaje olmaktan geri kalmıyor. 

MEMLEKET SEVDASI MI? 

“Vay be işte memleket sevdası! Söz konusu memleket olunca hepsi nasıl da birleşiyor” denilerek safça, politik körlük ile övülebilecek bu siyasi atmosferin arkasında gizlenen ise egemenlerin ihtiyacını karşılamak, iktidar hırsı ve halklara yoksulluk, açlık politikalarını dayatmak olduğu tüm deneyimlerle kendini gösteriyor. 

İç politikada hele hele seçim yaklaşıyorsa çekişmenin en yüksek seviyelere ulaşıldığı dönemlerde bile söz konusu savaş politikaları olunca düzen partilerince birleşiliyor. Hatta savaş politikaları dışında söz söyleyenlere ‘terörist’ damgası vuruluyor, gerçeği görenler ise düşüncesini kendi kendine sansürlemek zorunda hissediyor. 

Emek ve özgürlük ittifakıyla birlikte, bir elin parmağını geçmeyecek siyasi hareket veya kişiler dış ve iç politika arasındaki bağı görerek, savaş tamtamlarının arkasında yatan gerçekliği, halktan tepki alma pahasına ifade etmekten geri durmuyor. İlkeli olmak ve sorumlu hareket etmek de bunu gerektiriyor.

LEVENT GÜLTEKİN NE DİYOR?

Levent Gültekin ve Murat Sabuncu geçtiğimiz günlerde Halk Tv’de*, ‘kara harekâtı, İstiklal ’de patlatılan bomba, Sisi ve Esad’la barış’ konularında dikkat çekici bir program yaparak ‘tepki almak’ pahasına açık ve net konuştular. Birçok kanalın tersine görünürlüğün arkasında yatan gerçekliğe ulaşmak üzerine nitelikli bir tartışma sürdürdüler. 

Yaşanan son gelişmeler için “Ben ikna olmak istiyorum. Süleyman Soylu veya Erdoğan’ın her verdiği bilgiye inanmak zorunda değilim. Somut bilgiler görmek istiyorum. Sabah gazetesinde terörist kızın abisi ÖSO’da olduğu yönünde bilgi var” diyen Levent Gültekin, mevcut durumun da garipliğine işaret ederek, “Bize bir siyasetçi bir şey dediğinde ‘bütünüyle doğrudur’ diyerek kabul etmemeliyiz. Süleyman Soylu’nun sözüne güvenmemi gerektirecek bir veri yok elimde. Türkiye’ye verdiği bir güven duygusu yok. Ben konuşmalarına daha önceki davranışlarına, siyaset ahlakı ve davranışlarına asla itibar edilmeyecek bir siyasetçi görüyorum” diyor.

GERÇEK MUHALEFET… 

Tüm varsayımlarına katılmasam da Gültekin haklı olarak, savaş politikalarının daha fazla açlık ve yoksulluk getireceğine dikkat çekiyor. “İktidar tüm ülkeyi teslim aldı. Sanki kara ve hava harekâtının yanında durmak ‘millî bir davranış’ gibi davranıyorlar. Bu yanlıştan çıkmak lazım” diyor ve ekliyor: Türkiye’yi sevmek çatışmacı, savaşçı politikalardan uzak durmasını istemektir, 40 yıldır aynı yöntemle, sonuç alamadığı bir yöntemle sorunu çözmeye çalışmasına destek olmamaktır. Ülkenin bütçesini milyarla dağa taşa atıp ülkenin yoksullaştırılmasına, milyonlarca insanın açlık koşullarında yaşamasına karşı olmaktır. 

Sadece iktidarın değil neredeyse tüm muhalefetin de toplumun karşısına ‘millî bir çizginin’ temsilcisi olarak çıktıklarını ve tamamının savaşı savunmasına da işaret eden Gültekin, “Benim aklım almıyor” diyerek de haklı bir tepki gösteriyor. 

Gerçekten de iktidarın, zayıfladığını her gördüğünde ülkeyi en tehlikeli mecralara çekmekten gocunmayacağını fazlasıyla deneyimledik. Esas düşünülmesi gereken ise resmî muhalefetin neden bu kadar angaje olduğudur… İhtiyacımız olan içerde ve dışarda barışın savunulmasıyken, muhalefetin de bu hayalperest politikaların peşinden gitmesi gerçekte işçi ve emekçilere yoksulluk dışında hiçbir gelecek sunmamaktır. ‘Bölge sorunlarının çözümünde barış ve halkların kardeşliği’ işte gerçek muhalefete düşen bunu savunmaktır. 

*https://www.youtube.com/watch?v=D5RhBkWNmI8