Bana Tarık Dursun K. anlatmıştı: Bir zamanlar Milliyet Gazetesi parasal bir krize girince sermuharriri Burhan Felek’e durum lisan-ı münasiple bildirilmiş ve kriz süresince kendisinden evinde bir süre dinlenmesini istenmiş. Burhan Felek, gazetesindeki köşesi kalmadığı halde yine her sabah erkenden kalkıp yazısını yazarmış. Peki, yazıp da ne yaparmış, derseniz, yazdıklarını masasının çekmecesinde saklarmış. Eşi birkaç kez artık yazmaması için rica etmiş ama o yazmaktan kesinlikle vazgeçmemiş. Zaten kriz de pek uzun sürmemiş, bir süre sonra gazeteden arayıp “Burhan Bey, yazılarınızı bekliyoruz,” demişler.

Tarık Dursun K., bunu anlattıktan sonra şöyle dedi: “Eğer yazarsanız, yazmayı bırakmamanız gerekir. Bırakırsanız o da sizi unutur. Orhan Kemal kıraathane köşelerinde, 40 Kuşağı şairleriyle yazarları hapishane duvarları arasında yazdılar. Hele Hemingway… Cephelerde, barut kokusu altında yazıyordu.”

*

Kısa yazmak-uzun yazmak konulu bir söyleşimizde ise şunu anlatmıştı: Ahmet Rasim’e bir gün filan gazetenin yöneticisi birkaç kişi gelir ve mümkün olabilecek en kibar bir dille “Üstat,” derler, “artık bizim gazetemizde yazmanızı istiyoruz.”

Yani transfer teklifi…

Ahmet Rasim’in yanıtı ilginçtir: “Olur,” der, “olur tabii ama bir şeyi öğrenmem gerekiyor. Söyler misiniz, uzun mu yazmamı istiyorsunuz kısa mı?”

Gazete sahibi eğilir, bükülür, öksürür, “Aman efendim,” der, “siz nasıl kabul buyurursanız öyle olsun.”

“Hayır, şunun için soruyorum,” der Ahmet Rasim, “Uzun yazacaksam üç altın lira yeter, fakat kısa yazacaksam beş altın lira rica edeceğim.”

*

Şimdi izninizle ben de bu yazıyı burada bitirmek istiyorum. Uzatmanın âlemi yok. Gazetemizin sahibine söyler misiniz, hesabıma beş altın lira yatırmasını…

Lütfen!