Merhaba sevgili okurlar! Bugün sizleri antik çağ mitolojisinin ilginç bir karakteriyle tanıştırmak istiyorum: Asklepios, yani tıp tanrısı!

Asklepios'un babası Apollon, onu çocukken döneminin en ünlü hekimlerinden biri olan yarı at yarı insan Kheiron'a emanet eder. İşte bu noktada hikayemiz başlar. Küçük Asklepios büyüdükçe cerrahlıkta ve şifalı otlar konusunda gerçek bir usta haline gelir. Hatta söylentiye göre ölüleri bile diriltebilecek kadar yetenekliymiş. Eğer günümüzde yaşasaydı, kesinlikle popüler bilim kurgu filmlerine esin kaynağı olurdu!

Ancak, hikayenin bir dönüm noktası var: Ölülerin kralı Hades, Asklepios'un bu ölüleri diriltme yeteneğinden rahatsız olur. Ne de olsa ölülerin geri dönmesi işlerini biraz karıştırabilirdi. Hades, yaşadığı rahatsızlığı Zeus'a şikayet eder. Zeus ise hemen devreye girer ve Asklepios'u bir yıldırımla yok eder. Evet, tanrılar arasındaki anlaşmazlıklar günümüzün mahkemelerinde çözüleceğine, doğrudan yıldırımla hallediliyormuş! Asklepios’a saygılarını ve inançlarını göstermek isteyen insanlar da, şifa merkezleri olarak bilinen Asklepion tapınaklarını inşa ederler. Burada tıbbi tedaviler, rüyalarla teşhisler ve şifalı sular gibi ilginç uygulamalar gerçekleştirilirdi. 

Özellikle ölümün yasaklandığı Bergama’daki Asklepion antik çağın en ünlü üç merkezinden biriydi. Buraya gelen hastalar uzun koridorlarda yürütülerek hekimlerin “iyileşeceksin” telkinleri ve su sesiyle tedavi edilirdi. Rüya odalarında ağırlanan hastalara uyandıklarında Asklepios’un tavsiyelerinin neler olduğunu sorarlardı. Kendinde var olduğuna inandığı hastalıklardan kurtulmak için bütün ömrünü tıp çalışmalarına adayan ünlü tarihçi hatip Aelius Aristides bu tapınağın müdavimlerindendi. Burada gördüğü rüyaları kitaplaştırdı. Antik tarihçiler Pausanias ve Aristides'in anlattıklarına göre, Pergamon’daki bu eski tapınak M.S. 2. yüzyılda Smyrna'ya taşındı. 

Pausanias’ın “Deniz kenarındaki Asklepieion benim dönemimde Pergamon’dan Smyrna’ya getirildi” ve “Benim zamanımda, Smyrnalılar Koryphe tepesi eteklerinde Asklepios tapınağı inşa ediyorlardı” ifadelerinden, kültün Pergamon’dan M.S. 2. yüzyılda taşındığını ve Değirmen Tepe (Susuz Dede civarı-Hatay) yakınlarındaki kıyıda bir Asklepieion(Şifa Merkezi) inşa edilmeye başlandığı anlaşılmaktadır.

Sanırım Smyrnalılar da taşınma işinden gurur duymuş olmalı! Smyrna ve Pergamon birbirine yakın kentler olduğu için, rekabet kaçınılmazmış. Hatta o dönemin insanları kentler arası rekabeti duvar yazılarına  taşımışlar. İkiçeşmelik Caddesi'ndeki Smyrna Agorası'na uğradığınızda, bu duvar yazılarına (graffito) hayran kalacaksınız. 

Antik dönemde Agora’daki sulardan şifa bulanlar tarafından yazılan grafitolarda, "Gözlerimi tanrılar iyileştirdi, bu nedenle tanrılara kandil adadım" gibi ifadeler bulunmaktaydı. Göz hastalıkları konusunda uzmanlaşmış bir İzmir tıp okulu olduğunu düşünmeden geçemiyoruz. Pergamonlu Galenos, gençlik yıllarında İzmir’de 2 yıllık anatomi eğitimi almış ve göz hastalıkları konusundaki eserlerini de İzmir’de yazmış olabilir. Belki buradaki tıp okulu, tıp biliminin gelişimine büyük katkılarda bulunmuştur.

Özellikle Smyrna’da “Sağlık İçin Maddeler Üzerine” adında bir kitabı olan Hikesios'un kurduğu tıp okulu, o dönemin en önemli  öğretim merkezlerinden biriydi. Bu okulların antik dünyadaki diğer ünlü okullarla rekabet ettiğini söyleyebiliriz. Belki de eski çağın öğrencileri, tıp öğrenirken, sağlıkla ilgili graffitoları ve  tıp aletlerinin çizimlerini duvarda görüp eğlenceli zamanlar geçiriyorlardı. Kim bilir, belki de bu yazıların çoğu öğrencilerin çocuksu esprilerini veya itiraflarını taşıyordu! "Beni sevmeyen birini seviyorum" gibi yazılar, Bazilika duvarlarında yer alan 1500 graffitodan sadece bir örnekti.

 M.S. 1. ya da 2. yüzyılda Smyrna’da yaşamış olan Hermogenes adındaki önemli bir hekimden de bahsediliyor. Hermogenes'in kendisi gibi yaşadığı yıllarda yazdığı birçok tıp eseri bulunuyor. Hatta bir yazıtta onunla ilgili şöyle bir cümle yer alıyor:

“Kharidemos oğlu Hermogenes 77 yıl hep tıp üzerine yazdı.”

O kadar ki, eserlerinin sayısı, kendi yaşından daha çok! Demek ki tıp dünyasına büyük katkıları olmuş. Belki de Hermogenes, bu kadar yoğun çalışma temposu nedeniyle yaşlandığını bile unutmuş olabilir.

Hatta Efes antik kenti de Bergama gibi dünyanın önemli tıp merkezlerinden biriydi. Efes’te yeni bir ilaç keşfedildiğinde hekimler ödüllendirilirdi. Pergamonlu Galenus’un, “Basit ilaçların içerikleri” kitabında bahsettiği, ünlü Smyrnalı Hermognes’in de katıldığı hekimler arasında yarışmalar düzenlenirdi. Dünyaca ünlü tıp kongreleri Antik çağda Selçuk Efes’ta yapılırdı..

İşte böyle. İzmir’in antik çağından ve sağlıkla ilgili ilginç bilgilerle dolu bir yolculuğun sonuna geldik. 

Bugün ise Tepecik ve Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanelerinin hekim ve sağlık personelinin, cerrahi ekipmanlarının  dörtte üçünün Bayraklı Şehir Hastanesi’ne taşındığı iddiası var. Asistanlar bildiğim kadarıyla sadece eğitim araştırma hastanelerinde  bu mesleğin inceliklerini öğrenebilirler. Bayraklı Şehir Hastanesi'nin devasa koridorlarında tıp öğrencileri  sağlık sinerjisini de ruhunu da bulamayabilir.

Ey Asklepios! Gel gör Smyrna’yı…

Asklepionlar olmuş devasa sağlık polikiliniği. Nerede nitelikli sağlık hizmeti? Nerede o eski çağın dünyanın sağlık merkezi olduğu dönemleri? tıp tarihi sizi her seferinde biraz daha şaşırtabilir! Ben şuan yaşananlara antik çağdan daha çok şaşırıyorum. Bir zamanlar İzmir’in tıp kongreleri ve yarışmalar, antik dünyanın sağlık alanında ne kadar ileri olduğunu gösterir. İzmir, tıp tarihindeki bu izleriyle gurur duymalıdır.

Ancak günümüzde sağlık hizmetleri modern hastanelerde verilmekte, eski zamanların tıp okulları ise tarih kitaplarında kalmış durumda. Belki de bu hikayeleri hatırlamak, tıp alanındaki köklerimize saygı duymamızı ve tıp biliminin gelişimine olan minnettarlığımızı artırabilir. İzmir'in antik tıp mirası, bize tıp ve sağlıkla ilgili ilginç ve bilge hikayeler sunmaya devam ediyor.

Dileğimiz odur ki, her bir sağlık çalışanın yüreklerinde o eski zamanların şifa enerjisi, bilgeliği ve her türlü bilimi kapsayan sevginin gücü ile esenlik ışığı  saçılsın.