Zihin çok bulanık olduğunda ya da bir duygu ile çok yoğun olduğunda insan ne yazacağını bilemiyor. Böyle durumlarda ortaya bir şey çıkmaması kadar ortaya çıkan şeylerin bir serzeniş veya bir öfke patlaması olması veya tam ve çerçeveli bir forma oturamaması da pek muhtemel.

Yazmaya başlayacak kişiler bazen “Yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum” diyerek kendilerini yazma sürecinden uzak tutuyorlar. Uzak tutmasalar bile bunu bir sorun olarak önlerine koyup sürece dönük bir korku geliştirebiliyorlar.

Bunun nedenleri üzerine kafa yorduğumda ilk aklıma gelen yazar olmak ve yazmak eylemi arasındaki ayrım oluyor.

Yazar olmak, bir şeyler üretip bir şeyler ortaya çıkarmak, yaratıcılığınızı kullanmak ve yazdıklarınızla bir başka insana dokunmak veya dokunma olasılığı çok güzel şeyler. Tabii bu bir anda olmuyor. Zaman istiyor, denemek istiyor, yapmak, bozmak ve yeniden yapmak istiyor. Aynı güzel sanatların diğer alanlarında olduğu gibi çalışmak istiyor, kendini aşmak istiyor. Yazar olmak bir sonuç gibi görünse de “olunca” da olup biten bir şey değil elbet. Devam etmek, ilmek ilmek örmek, genişletmek, yenilemek, dönüştürmek gerekiyor. Bunların her biri de yazmak eylemi demek… Haliyle bu da bir süreç doğuruyor kendinden, yazmak süreci…

Ne yazacağımı bilmiyorum sorununun temelinde belki de yazmak eyleminden çok yazar olmak sonucuna daha çok önem vermek yatıyor olabilir. Yazdığımız ilk metinle ya da metnin ilk haliyle mükemmele erişme arzusu, akla pek mantıklı gelmese de- bilinçaltımızda hata yapma korkusuyla birleşip kişiyi bu eylemin içine girmekten alıkoyabilir. Aynı şekilde tüm bu korku ve kaygılar o kadar baskın olur ki aklınıza yazacak hiçbir şey gelmez. O an başka bir derdin içindesinizdir çünkü. Hata yapmama derdi. Ve bu derdinizi çözmek için eylemde bulunmamayı seçersiniz. Ölmemek için yaşamamak gibi…

Oysa hayatta birçoğumuzun hata yapmamaktan önemli dertleri var. Gündelik hayatın gelip geçici veya uzun süren dertlerinden de bahsetmiyorum aslında. Evet, hepimizde onlardan da bolca var. Kastettiğim bütün bu gündelik dertlerin altında yatan, bizi biz yapan meseleler… Etkilendiğimiz olaylardan neden etkilendiğimiz, önemsediklerimize verdiğimiz önemin kaynağı, cevap bulmaya çalıştığımız soruların çeşitliliği, karşı çıktıklarımıza neden karşı çıktığımız, yanında durduklarımızda bulduğumuz değer, öfkemizin altında yatan duygular… Tüm bunlar sadece kişiye özgü ve kişiyi olduğu o kişi yapan şeyler… Meselelerimiz… Algılarımız…

Yaratıcılık ve hayal gücü her insanda var. Farklı kişiler bu kendilerine özgü unsurları farklı alanlara odaklayarak o alanda birtakım faaliyetler yapıp o alanda eser ve ürün veriyor. Kendimizin farkında olarak ortaya çıkardığımız meselelerimizin yaşamda ilerlemek için, ortaya bir şeyler koyabilmek ve gelişebilmek için çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Eğer yaratıcılığınızı ve hayal gücünüzü yazmak eyleminde odaklamayı seçtiyseniz yine en yakın arkadaşınız olacak meseleleriniz.

Hata yapma korkusu, beğenilme kaygısı gibi duygulardan uzaklaştığınızda; kendi sesinizle baş başa kaldığınızda ne yazacağım sorusundan çok nasıl yazacağım, nasıl anlatacağım soruları kafanızı kurcalamaya başlayacak. Anlatmaya başlayacaksınız, olmazsa bir daha anlatmayı deneyeceksiniz. Ve işte işin asıl keyif veren bölümü orada başlayacak. Ortaya bir şey çıkarmanın hazzı, ortaya çıkardığınızla birlikte başka kişilere dokunma ihtimalinin heyecanı…

Kurmaca fikirlerinizin yolda ilerlerken dönüşmesine, değişmesine izin verdiğinizde de boş kâğıdın yavaş yavaş dolduğunu göreceksiniz… Sonrası sizinle birlikte hep sürecek bir yolculuk…